Karanlık günlerin siren sesleri çalarken!..

Winston Churchill, 11 Kasım 1947'deki Avam Kamarası konuşmasında "Demokrasi en kötü yönetim biçimidir" der ve ardından da ekler "bugüne kadar denenen diğer bütün yönetim şekilleri hariç tutulursa."

Bu konuşmanın tarihi İkinci Dünya Savaşının 2 yıl sonrasına denk geliyor. Halbuki savaş öncesi Hitler Almanya'sı demokrasinin beşiğine ev sahipliği yapan İngilizleri bile büyülüyordu.

Teorik bilgiye biraz sahip olan herkes bilir ki; liberalizmle beslenmeyen bir demokrasinin çatışma doğurma potansiyeli çok yüksektir. Çünkü, demokrasiyi sadece oy sayma olarak algıladığınız da çoğunluğun azınlıklara tahakkümüne engel olamazsınız.

Çoğunluğun dizginlenemez arzuları kontrol edilemediğinde dışarda kalanlar için bir tehdit olur ki bu da azınlıkta kalanların yan yollara sapmalarına yol açabilir. Halbuki liberal değerlerle beslenen bir demokraside çatışma alanlarını minimize edecek mekanizmalar vardır. Anayasa ve hukuk bunun en önemli aracıdır. Çatışmayı engellemek için gerekirse azınlıklar için pozitif ayrımcılıklar bile yapılabilir. Bunun amacı toplumda uzlaşı ve uyumu arttırmaktır.

Bakın geçen hafta sonu Almanya'da yapılan seçimlerde tam 19 Türk kökenli isim çeşitli partilerden Alman Parlamentosuna girdi. Beğenmediğimiz yanı başımızdaki Bulgaristan Ulusal Meclis Başkanı geçen yıla kadar bir Türk'tü. Halbuki benim yaşımdakiler Belene Kampını ve Sınırlarımıza yığılan yüzbinlerce soydaşımızı çok iyi hatırlar. Nereden, nereye!..

Tarih boyunca demokrasinin olmadığı düzenlerde de toplumsal gerginlikleri azaltacak birçok mekanizma üretilmiş.

Yanı başımızdaki Azerbaycan'da olduğu gibi güçlü aileler arasında gerçekleştirilen evlilikler buna örnek. Evlilikler bir nevi ittifakın mühürlenmesi anlamına geliyor. Ya da makam ve mevkilerin toplumu oluşturan paydaşlar arasında bir hiyerarşiye göre paylaşılması.

Halkın kim olduğu ve bu ilişkiler ağında nereye denk geldiğini anlamak bu nedenle çok önemli. Bizde çoğu kez bu gerçeklikler gözden kaçırılıyor. Halkın özgürlük, eşitlik, adalet, hak, hukuk vb.den gerçekte ne anladığı ile teorik bilgi çoğu kez örtüşmüyor.

Bizde mesela bir dönem Suriye gerçekliği ülkemizde yanlış okunmuş ve yanlış sonuçlar çıkarılmıştı. Suriye'deki düzenin Nusayri-Sünni karşıtlığı üzerinden kurulmadığını tam tersine iş birliği ve paylaşım üzerine kurulduğu nedense anlaşılmak istenmedi. Anlatmak isteyenlerde susturuldu. Suriye'de makamlar ve ekonomik güç aşiretler arası bir uzlaşı ile paylaşıldığı için bırakın birkaç ayı bir iki haftada yıkılacağı düşünülen rejim yıllarca ayakta kalabildi ve kendi halkına Nusayri-Sünni demeden kan kusturabildi.

Ortadoğu'da düzenin değişeceği, ABD ve Batılı Müttefiklerinin güvenlik eksenli bir siyasete doğru kaydıkları ortada. Batı'nın, Türkiye'de ya da başka ülkelerde olan bitenleri sadece kendi güvenliği bağlamında değerlendirme eğiliminde olduğu ve SSCB sonrası oluşan "Dünyaya demokrasi ihraç etme" fikrinden tamamen koptuğu da çok açık.

Bu değişimin bize ne anlattığı ve bizi nelerin beklediği üzerine ciddi beyin jimnastiği yapmamız gerekiyor.

Kültürel kodlar bakımından demokrasinin daha doğrusu liberal demokrasinin toplumsal bünyemize uyum sağlayamadığı ortada. Bizde egemen gruplar bile kendi içlerindeki farklılıkları bile hazmedemezken azınlıkta kalanın vay haline