Geçen hafta 2025-2026 Eğitim-öğretim yılının başlaması ile birlikte milyonlarca öğrenci ve öğretmen için yoğun bir mesai başladı. Yılın ilk gününde de Bakanlık tarafından dağıtılan milyonlarca kitap okullara ulaşmış ve öğrencilere dağıtılmayı bekliyordu.
Sanırım 20 yaş üstü herkesin çocukluğunun en önemli telaşelerinden biri ders kitaplarının alınmasıdır. Ders kitaplarını bulmak, durumu iyi olmayanlar için de bunları alacak para bulup buluşturabilmek ayrı bir sorundu. Bugün devlet okullarında böyle bir problem yok. Devletimiz her yıl pırıl pırıl kitapları teslim ederek öğrencileri okula başlatıyor. Buraya kadar bir problem yok ama yıllardır yapılan bir şikayet gene göz ardı edilerek başladı eğitim-öğretim yılı.
İlkokul öğrencileri günde 6 saatten haftada 30, ortaokul öğrencileri 7 saatten haftada 35, lise öğrencileri okul türüne göre gün içinde 8, 9 hatta 10 saate kadar toplamda 40-50 saatini okulda çoğunlukla dört duvar arasında geçiriyor. Meslek liselerindeki öğrenciler neredeyse tüm gün memur gibi okulda geçiriyor.
Bir ortaokul öğrencisi Türkçe, matematik, sosyal bilgiler, fen bilgisi, Din kültürü, seçmeli dersler derken 10 ve üzeri sayıda farklı derse girerken işler lisede adeta çığırından çıkıyor. Seçmeli derslerle birlikte bu sayı 15, 16 hatta 17 bile olabiliyor ve bu derslerin çoğunluğu sınavlı.
Öğrencileri bu kadar çok farklı dersten zorlamak ne kadar doğru, ne kadar pedagojik açıdan uygun, tartışılır. Hele liselerde fen lisesi ve meslek lisesi öğrencilerine üniversite sınavında soruluyor diyerek aynı müfredatı aynı ağırlıkta dayatıyoruz. Bir tarafta integral çözebilen öğrenci diğer tarafta 2 üzeri 4 kaçtır dediğinizde suratınıza bakan öğrenci…
Tüm öğrencileri aynı kazana atıp aynı seviyede olgunlaşmalarını bekliyoruz.
Burada MEB tek başına suçlu değil, suçlu herkes aslında. Eğitimde eşitlik adına en büyük eşitsizliği eşitlik isteyenler yaratıyor. Atılan her doğru adıma şiddetle itirazlar yükseliyor. Özellikle bazı sendikaların ve siyasi çevrelerin eğitime bakış açılarında gerçekten büyük bir akıl tutulması var.
Herkesin tıp, hukuk, mühendislik okuyamayacağını söylediğinizde hemen bir eşitlik yaygarası kopuyor. Bunu yapamayacak öğrencilerin mesleki eğitime yönlendirilmesinin öneminden bahsettiğinizde kapitalizme-patronlara kölelikten, çocuk işçiliği ve istismarından bahsediliyor. Halbuki mevcut sistemde çocukların yapabileceklerini yapabilmeleri engellenerek çoğunluğunu bilerek-bilmeyerek asgari ücretli kölelere çeviriyoruz.
Düşünsenize bugün atanabilmiş olsalardı öğretmen olabilecek yüzbinlerce genç asgari ücretle çalışıyor. Binlerce mühendis adayı staj yapacak yer bulamıyor. Nereye dönseniz eliniz kolunuz genç bir avukat adayına çarpıyor. Burada suç kimde tartışmasına girmeye gerek yok. Suçlu hepimiziz. Atanamayacağını ya da piyasanın o alanlarda doygunluğa ulaştığını bile bile o okullara giden öğrenci de o okula gönderen ebeveyn de ve ihtiyaç olmasa da o kadar çok bölümün açılmasına izin veren devlet de suçlu. Kim daha suçlu, onun muhasebesini zaman zaten verecek.
Bugüne kadar bazı önlemlerin alınmamış olması önlem almamamız gerektiği anlamına gelmiyor ancak toplum hala bu konuda üç maymunu oynuyor. YÖK yıllar sonra ilk kez kontenjan azaltımına gitti ama burada en büyük tepki eğitimciler ve velilerden geldi. Şaşırtıcı mı