Bediüzzaman ve Muarızları - 2

2) Bediüzzaman muhâliflerinin hâl-i pürmelâli (Ve onların günümüzdeki versiyonu)

Genel olarak anlattık, biraz da bugüne gelecek olursak, maalesef günümüzde de, daha önce onunla bir çeyrek asır uğraşmış iki binden fazla mahkemelerden beraatine rağmen ona inatla iftiraya ve hakarete devam edenler olabiliyor. Biz bunu iman-küfür mücadelesinin günümüzdeki versiyonu biliyor, küfrün belini kırmış ve kendine "Bediüzzaman" denmiş bir allâmenin talebeleri olarak şerefle bu yolda devam ediyoruz.

Fakat bu iftira ve hakaret kervanına, bir siyasetçi olan Muharrem İnce'nin de, Tarsus'daki konuşmasıyla katıldığını görünce hayret ettik ve üzüldük.

Evet despot zalimler, o zatı perdelemek ve maksadının aksiyle itham etmek için her türlü yola başvurmuşlardır. Mesela: Bu masum insanın iki binden fazla mahkeme beraatine rağmen, onu yirmi bir defa zehirlemişlerdir (Emirdağ Lâhikası İkinci Kısım'da on dokuzdur). 1956'ya kadar bu zehirlemeler devam ettiğinden sayı belli değildir. İlk zehirlenmesi 1923 yılında Ankara'da olmuştur ve 1956'ya kadar 21 defa olarak bilinir. Bu hainliği yapanlara Bediüzzaman "zındıka" demektedir. Fakat, onu öldürememişler ve en son, onun mezarından bile korkup mezarını sökmüşler, kendilerince kaybetmek için bir semt-i meçhule defnetmişler, hatta onu bile becerememişler. Çünkü talebeleri o cenazeyi, alıp kendisinin istediği yere tevdi etmişlerdir.

Benim bildiğim Muharrem İnce, böyle bir garaza, kine ve zulme vesile olup, meddahlık ve şakşakçılık yapacak kimse değildir. Yani siyasi söylemlerine bakılırsa bu derece açığa düşmemeli idi. Ayrıca benim kendisiyle, kısa da olsa Yalova'da, Ekmeleddin beyin seçim bürosu açılışında; onun beni dua için anons ve takdim vesilesiyle bir sohbetimiz ve hukukumuz olmuştu: "Ben ilahiyatçıyım sen fizikçisin, yani birimiz manayı, birimiz maddeyi temsil ediyoruz. Dolayısıyla ben can, sen beden mesabesindesin, cansız beden yaşamaz. Sonuç olarak manevi meselelerde ben, maddi meselelerde siz, söz sahibi olarak sohbet edebilmeliyiz." şeklinde bir sohbetimiz olmuştu. Sağ olsun o zaman vekildi ve beni Meclis'e davet etmişti. Fakat bir türlü gitmek nasip olmadı. Yani bir siyasetçi olarak, ondan bu sözleri duyunca hayret ettim. Sebep olarak da Bediüzzaman'ı Şeyh Said ile karıştırdığını ve sürç-ü lisan ettiğini düşünüyorum.

Eğer böyle değilse; kendisi bir maneviyat sultanı hakkında söz ederek haddini aşmış olur. Gerçi o gibi sözler Bediüzzaman'ın dâmen-i muallasına ulaşıp telvis edemez. Bilakis söyleyeni mes'ul eder. Onun için ben, İnce hakkında üzgünüm.

Çünkü, yine böylece Bediüzzaman'ın dediği duruma düştü. Zira, Bediüzzaman: "Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür." diyor. (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 55 ) Evet, İnce bir hata yapıp Üstad'ı "Şeyh Said"le de karıştırmış olabilir fakat her hâlükarda özür dilemeliydi.