Bu başlığın ilham kaynağı; "Mukteza-i hâle mutabık söz etmek" kaidesidir. Dolayısıyla bu mukteza-i hâl meselesi, hayatımızın olmazsa olmazlarındandır.
İnsan da, bir bakıma zaten mukteza-i hâlden mesuldür. Hatta âyet-i kerîmelerin sebeb-i nüzulleri, hadis-i şeriflerin, sebeb-i vürûdleri de, (yani nüzül ve söyleniş sebepleri) hep mukteza-i hâle göredir. Hatta peygamberlerin bile gönderilmeleri ve insanları irşad etmeleri de insanlığın azıtıp sapıtma hâllerinin muktezasına tekabül eder. Hâliyle Risale-i Nurlar için de, aynı kaideler geçerli olup, onlar için de, sünuhat söz konusudur. Yani Üstad da, kendine bir soru vâki olunca mukteza-i hâle göre cevap vermiştir. Meselâ: Divan-ı Harb'de bana da sual ettiler: "Sen de şeriat istemişsin" dedim:
"Şeriatin bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat sebebi saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil"1 diye o menhus güruha mukabele ve mukteza-i hâle mutabık hareket etmiş, imanının, ilminin, asalet ve necabetinin gereğini yerine getirmiştir ,
Fakat bu asırda, tarihin hiç bir döneminde olmadığı şekilde İslâm tezyif edilip Müslümanlar horlandığı hâlde maalesef bu asrın çoğu âlimlerinde bu hassasiyeti ve necabeti göremiyoruz. Hepsi zalime karşı tabasbus edip boyun eğmişler, hem de neye rağmen Evet, asırlara meydan okuyan bu milletin; uğrunda seve seve canını verip şehit olduğu dinin hayattan tecrid edilmesine, bütün ahlâkî değerlerin reddedilip millî dinamiklerin temellerine dinamit konularak hem dininden, hem milliyetinden, hatta hem dünyasından hem de ahiretinden edilmesine rağmen susmaları tam bir kıyamet alametidir. Çünkü sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine her şeyi "keenlemyekûn" (hiç olmamış gibi) kabul etmektedirler. Yani kıyamet alâmetlerinden en önemlileri zuhur ettiği hâlde rejimin hışmından korkarak görmezden gelmişlerdir. Fakat yine onlardan ulemaü's-sû olanlar, kıyamet alâmetlerini dahi inkâr ederek, mazeret imkânlarını bile selbetmişlerdir. "Yani bunlar kıyamet alâmeti değilse senin bu korkaklık ve riyakârlıkdaki mazeretin ne Yoksa sen münafık mı idin" diye insanın sorası geliyor. Bu durum en hafifi ile tam bir ahmaklık, cebanet ve celladına aşık olan bir mecnunun hâlinden de beterdir ve en azından hamiyet dâvâsında hiyanettir.
Önce âyet ve hadislere bakalım. Meselâ: Hudeybiye Musalahası ile bir mukteza-i hâl zuhur ediyor, Fetih Suresi nazil oluyor ve durum tavazzuh ediyor. Yine Yahudîler Fahr-i Cihan Efendimize (asm) ruhu soruyorlar, Cenab-ı Allah ruh hakkında ayet nazil ediyor...
Hadis-i şerifler muvacehesinden misal verirsek; Efendimizin (asm) yanına torunları Hasan ve Hüseyin (ra) geliyor onları kucağına alıp bağrına basıp öpüyor. Bu manzarayı gören bir Sahabe "Ya Resulallah benim on çocuğum var, daha birini kucağıma alıp öpmüş değilim" deyince Efendimiz (asm) "Men la yerham la yürham" (Merhamet etmeyene merhamet olunmaz) buyurarak o zat ile olması gerekeni yani hâlin gereğini ifade ediyor. Hatta "merhem" de, merhametten gelir; demek bir yaraya merhem de, mukteza-i hâldir.