İngiltere ve ABD, Almanya'nın da dâhil olmasıyla bütün dünyayı karşısına alarak yeni bir emperyalist düzen arayışı içindedir. Almanya'yı iki dünya savaşı üzerinden değerlendirmek bizi yanlış sonuçlara götürdü. 1870'lerden itibaren Almanya, klasik anlatımın dışına çıkıldığında çok rahatlıkla görülecek bir şekilde kolonyal rekabete katıldı. O güne kadar Kuzey Avrupa ülkelerinden yüz binlerce insan özellikle Kuzey Amerika kolonilerini istila girişimine katılmıştı. Bu tarihten itibaren Alman devleti de kolonyal rekabete doğrudan dâhil oldu. Avrupa devletleri 1884-1885'te Berlin'de dört ay boyunca Afrika kıtasının paylaşımını konuştu. Berlin Konferansı kolonyalizmin zirvesiydi.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Okullarımızda Avrupa tarihiyle ilgili anlatımlarda ne yazık ki Berlin Konferansı üzerinde çok az durulmuştur. Geçmişle uğraşmak gibi bir amacım yok ama bizde Avrupa tarihi aydınlanma, akıl çağı, modernleşme, Fransız İhtilali, bilim ve teknoloji, yönetim biçimleri vesaireden ibarettir. Bu, elbette Avrupamerkezci bir tarih anlayışının yansımasıdır. Zavallı Türk aydını! Almanya, Fransa ve İngiltere nasıl istiyorsa ona göre bir tarih anlayışını benimsedi ve bunu da milyonlarca insandan oluşan yeni kuşaklara yıllar boyunca aktardı. Avrupa hayranlığı kuşaklardan kuşaklara miras yoluyla öğretildi. Berlin Konferansının neticesinde yüz binlerce Afrikalı ve Asyalı onlarca yıl sürecek bir karmaşaya sürüklendi. Ülkeler işgal edildi. Ne yazık ki Türkçe yayımlarda İngiltere, Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda'nın on dokuzuncu yüz yılın ikinci yarısında zirveye çıkan kolonyal yayılmacılığına çok az yer ayrılmıştır. Bu durum Kafkasya, Kırım, Türkistan için de geçerlidir. Geçmişle uğraşmak gibi bir amacım yok sözü ile bundan sonrasına önem verilmesi gerektiğini ifade etmek istedim. Çünkü 1884-1885 Berlin Konferansında olduğu gibi İngiltere, Almanya ve ABD'nin yine farklı bir arayış içinde oldukları çok açıktır.
Kolonyalizm ve emperyalizm kavramlarını yeni bir gözle mutlaka tartışmaya açmak gerekir. Bugün yakın çevremizi bir ateş çemberine alan hadiseleri devletlerin ya da şirketlerin taktik ve stratejik manevralarıyla tahlil etmenin yeni kuşaklar için çok da anlamlı olduğunu zannetmiyorum. Yeni kuşaklar ile ayrı bir dünyada yaşadığımızı kabul etmek durumundayız. Kendi aralarındaki tartışma konularının son derece sınırlı olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunun suçunu sadece televizyon tartışmalarına yüklemek haksızlık olur. Fakat şunu da tespit etmek zorundayız ki genç kuşaklar da eskiler gibi son derece sınırlı konular etrafında konuşuyor. Okullarımızın katı bir çerçeveye mahkûm olduğunu söyleyebilirim. Ne yazık ki sivil toplum kuruluşları da sınırlı bir gündemle maluldür. Buna karşın Gazze ve Filistin meselesi İngiltere, ABD ve Almanya'nın bütün dünyayla ilgili yeni dönem perspektifinin çok kapsamlı olduğunu gösteriyor.
Bütün dünya sıraladığımız bu üç ülkeye bir şey anlatmak istedi. Sokaklar ayağa kalktı. İngiltere ve Almanya'da da meydanlar doldu taştı. ABD'de protesto gösterileri zaten üniversitelerde yoğunlaşmıştı. Fakat bu üç ülkenin insanları bile kendi elitlerine Gazze'de yaşananlarla ilgili düşüncelerini iletemedi. Sağır ve kör oldukları anlaşılıyor ama dilleri var. İsrail'i ve Siyonist Yahudileri her şeyden üstün tuttuklarını söylüyorlar. Bu doğrudan Anglosakson üstünlükçülüğünün bir yansımasıdır. Hatayı kendimizde arayalım mantığı ile bu durumda bile suçu Araplara veya başkalarına yükleme kolaycılığına kaçmanın anlamlı bir tarafı yok. Bu cümleden Arapları korumak istediğime yönelik bir sonuç çıkaranlarla vakit kaybetmek de anlamsız. Sıraladığımız ülkelerin yeni emperyalizmiyle ilgili tartışmalara öncelik verilmelidir. İngiltere, ABD, Almanya ve hatta Fransa Gazze'de yaşanan soykırımla ilgilenmiyor. Bu tespit son derece önemli çünkü Filistin'e destek olan ülkelerin fikirleriyle de ilgilenmiyorlar.