Erdoğan Hamas'a niçin "direniş örgütü" dedi

Asıl ayrışmanın ve üstü örtülü çatışmanın geçmişi çok daha eskilere gitmekle beraber "Selam Tevhid kumpasını" başlama noktası olarak kabul edebiliriz. FETÖ'cüler ilk defa "İslamcılar"a doğrudan saldırıya geçmişlerdi. Daha önce sütre gerisinden çıkmazlar, daima aracılar üzerinden hedeflerine ulaşırlardı. Eğer doğrudan çatışmaya girerlerse kaybede-ceklerini biliyorlardı. Birbirine zıt iki ayrı dünya görüşünün herhangi bir meselede uzlaşması dahi oldukça zordu. Ne yazık ki zaman içinde iki ayrı dünya görüşü arasında bir belirsizlik alanı oluşturuldu ve FETÖ muğlak ifadelerle tahkim edilen bu alanda yayılmacı hedeflerine adım adım yaklaştı. Bu, onlar için çok büyük bir başarıydı. Zira devşirme bir yapı olarak dinî alanda başat aktör olmayı asla başaramazlardı. Bu da 28 Şubat döneminin farklı açılardan değerlendirilmesi gerektiğinin işaretidir. Bu dönemi laik anti-laik çatışmasına kurban etmemek gerekir. 12 Eylül'ün gerekçeleri arasında Kudüs meselesi vardı. Bu açıdan aradan otuz yıl geçtikten sonra Erdoğan Davos'ta "one minute" dediğinde içeride çok büyük bir hesaplaşmanın yaşanacağını tahmin etmek o kadar da zor değildi. Nitekim bir yıl sonra "Mavi Marmara" olayı ile birlikte bu hesaplaşma açık alana taşınmış, FETÖ'cüler "İslamcılar" adıyla kodlanan kesime karşı büyük bir savaş başlatmıştı. Bu, FETÖ'cülerin sütre gerisinde kalamayacağının da göstergesiydi. Dünya görüşlerinin şekillenmesinde Filistin ve Kudüs meselesi büyük bir rol oynamaktaydı. Bunu Mısır'daki "sağır sultan" da biliyordu ve bu bilgi hem zihinleri hem de bedenleri felç etmekteydi. Harekete geçmenin bedeli her zaman ağır olmuştur. Bu, Edward Said'in "Direniş ve Muhalefet" başlıklı uzun makalesinde belirttiği gibi, "Batı ile tahakkümü altına aldığı kültürel ötekiler arasındaki ilişkinin" ortaya çıkardığı bir sorundur. Türkiye'nin 1917'den beri Filistin meselesinin bir parçası olduğunu her vesile ile dile getirmemiz boşuna değil. Daha ileri bir söz söylediğimizde meselenin nereye varacağı bellidir. Çünkü Filistin elbette Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesi ile ortaya çıkan sorunlardan biridir. Zira öteden beri, Osmanlı toprağı olan Filistin'de yeni bir Batı Avrupa kolonisi inşa etmek istiyorlardı. Bunda da Anglosaksonlar diğerlerine göre bir adım öndeydi. On dokuzuncu yüzyılın kolonyal imparatorluğu, sonunda, arz-ı Filistin'i Benî İsrail'e yurt olarak ayırdığını ilan etti. 1947'ye kadar geçen sürede İngiliz manda yönetimi Filistin'de bir koloni yapı inşa etti. Filistinliler açısından "Batı ile tahakkümü altına aldığı kültürel ötekiler arasındaki ilişki" tam olarak böyle bir yapının içinde doğdu. İngilizler ve Beni İsrail diğer Batılı güçlerle birlikte Filistin'de kozmopolit bir yapı inşa ederken karşılarına millî bir gücün çıkacağına ihtimal vermemişlerdi. Filistin meselesinin uzun tarihi içinde Türkiye, pozisyonunu çok defa açık olarak beyan etse de fiilî olarak farklı seçeneklere sahip olmadığını düşünmüştür. Batı'nın tahakküm alanının genişlemesinin