İsrail, Filistin'in tarihî topraklarında kurulan İngiliz manda yönetiminde "kusursuz tahrik" yöntemi ile hedeflerine ulaşmaya çalışmıştı. İngiltere himayesinden İsrail koloni devleti olarak çıktıktan sonra aynı yöntemi Filistin'i çevreleyen ülkelere yönelik olarak da kullandılar. Bu yöntemin detaylarını merak edenler özellikle "Altı Gün Savaşı"yla ilgili kaynaklara bakabilir. Fakat Siyonizm'in tarihine ilgi duyanlar "kusursuz tahrik"in önemini ortaya çıkarabilmek için daha farklı olaylara da yöneleceklerdir. Özellikle Doğu Avrupa'da yaşayan Yahudilerin İsrail'e yönlendirilmesinde bahsi geçen yöntemin ne kadar başarılı olduğu bilinmektedir. Aynı yöntem Irak Yahudilerinin İsrail'e yönlendirilmesinde de sonuç vermiştir. Merak edenler Avi Shlaim'in "Üç Dünya" adlı kitabına bakabilir.
"Kusursuz tahrik" yönteminin en önemli bileşeni karşı tarafın güçsüz yakalanmasıydı. Siyonistler ve Siyonist İsrail Filistin'in tarihî topraklarında kurulan manda yönetiminden aşırı derecede güç devşirmiştir. Ne yazık ki İngiltere manda yönetimiyle ilgili çok yönlü araştırmalar hâlâ eksiktir. Özellikle Yahudi gücü efsanesini yaratmak için İngiliz etkisi daima geri planda bırakılmıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İsrail efsanesi için ne gerekiyorsa yapıldı. Kusursuz tahrik yönteminin başarıya ulaşmasında Filistinlilerin ve komşu devletlerin zayıflığı Siyonistlerin başarısı için son derece önemliydi. Ürdün'ün her adımda İsrail'e zemin hazırlamasını da İngiltere ile ilişki kurarak gündeme getirmek gerekir.
"Siyonistlerin inanmışlığı" gibi bir ifadeyi özellikle kurmak istemiyorum. Bunun yanıltıcı olacağını geçmişteki örneklerden biliyoruz. Onların davalarına inanmışlığını kanıtladığı düşünülen örneklere özellikle muhafazakâr camiada aşırı derecede önem atfedilmiştir. Hatta en son şu meşhur yerleşimci katil Daniella Weiss'in inanmışlığı dahi gündeme getirilmişti. 7 Ekim 2023'ten sonra bu türden ifadelerin ve örneklerin propaganda amacına matuf olduğu ortaya çıktı. Siyonistlerin savaş kabiliyetinin olmadığını Gazze şeridinde görmüş olduk. Bunun ne anlama geldiği zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Aslında 7 Ekim'den sonra geçmişte olduğu gibi düşman bir çevre imajı yeniden hayat buldu ve çıkardıkları bütün savaşlarda haklı olduklarına dair inanç yeniden canlandı. Bu da onlar için büyük bir kazanım gibi göründü. Fakat bu da çok önemli bir şarta bağlıydı. Zaferi birkaç günde kazanmalıydılar. Eğer birkaç gün için Gazze'de hedeflerine ulaşsalardı kimse onlara laf söyleyemeyecekti. Dolayısıyla bahsi geçen inanmışlık yine hayranlık uyandıracaktı. Filistinliler inanılmaz bir direnişle Siyonist İsrail'in karşısına çıkınca bütün kurgu alt üst oldu. Bugün hiç kimse Siyonistlerin hayranlık uyandıran inanmışlığından söz etmiyor. Bütün dünya onlardan nefret ediyor. Çünkü Almanya gibi bir ülke için dahi kirli işler yaptıkları ortaya çıktı. Ortada ne inanmışlık ne de adanmışlık vardı.
7 Ekim'den sonra Siyonistlerin İngiltere, ABD, Almanya ve diğer devletlerin kolonyal himayesine bağlı ve bağımlı olduğu iyice anlaşıldı. Bu, "kusursuz tahrik" yönteminin çok daha karmaşık bir bağlamda incelenmesi gerektiğini gösterir. Siyonistler her zaman Avrupa kamuoyunu kendi lehlerine harekete geçirmek için düşman bir çevrede ya da siper hattında Avrupa medeniyeti adına mücadele ettiği izlenimi vermiştir. Bunun için de Müslümanlarla ilgili imajlar üretmişlerdir. Onlar için terör ve teröristler oldukça kullanışlı bir imaj üretim aracıydı. 90'lı yıllardan itibaren Müslümanlarla ilgili imaj üretmek aslında çok da zor değildi. Çünkü Filistin örneğinde olduğu gibi zayıf bir durumda yakaladıklarını biliyorlardı. İslam dünyasına yönelik topyekûn bir karalama kampanyası vardı. Selman Rüştü hadisesine de bu çerçeveden bakmak gerekir. Bu lanet sarmal kırılmadığı müddetçe Müslümanlarla ilgili imaj üretiminde bir sorunla karşılaşmayacaklardı. Fakat sistem bir yerlerde çalışmamaya başladı. Yeni Zelanda'da bir katilin dünyanın gözü önünde silahlarıyla camiye girip namaz kılan insanları katletmesi terör ve terörist yaftalarının artık işe yaramayacağının bir göstergesiydi.

4