İngiliz kolonyalizmine karşı Filistin bağımsızlık savaşı

Middle East Eye gazetesinde yayımlanan uzunca bir makalede Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Han'a yönelik yıpratıcı müdahaleler ifşa edilmiş. Daha önce aynı gazetede İngiliz ve ABD'li siyasetçilerin baskıları haber konusu olmuştu. Bu siyasetçiler arasında en dikkat çekici olanlar David Cameron ve Lindsey Graham'dır. Cameron eski başbakan ve dışişleri bakanı, Graham ise ABD'li cumhuriyetçi senatördür. Cameron'ın Kerim Han'la telefonla konuşurken aşırı derecede sinirlendiği ve kendini kaybederek Kerim Han'ı tehdit ettiği anlaşılıyor. Cameron, Başsavcıyı İsrail Devlet Başkanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında soykırım suçundan dolayı tutuklama kararı çıkarmaması için tehdit ediyor. Cameron'ın söylediği şu cümle çok çarpıcı: "Bu karar bir hidrojen bombası etkisi yaratır." ABD'li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham da Kerim Han'ı yaptırımlarla tehdit ederken tutuklama kararı çıktığı takdirde rehinelerin ölümünden sorumlu olmakla suçlamış. Fakat Graham'ın Uluslararası Ceza Mahkemesi hakkında söylediği şu sözler çok daha çarpıcı: "Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrail gibi demokrasiler için değil, Afrika ve Putin gibi haydutlar için kuruldu." Middle East Eye'da yayımlanan makalede Kerim Han'ı itibarsızlaştırmak amacıyla yöneltilen suçlamalar da ayrıntılı bir şekilde incelenmiş.

David Cameron ve Lindsey Graham'ın İngiltere ve ABD'de temsil ettikleri güç ve tutundukları yer bakımından birçok siyasetçiye göre çok daha önemli olduklarını söyleyebiliriz. Bu mühim kişilerin İngiltere ve ABD devlet aklını temsil edebilecek kadar güçlü oldukları anlaşılıyor. Bunların, İsrail söz konusu olduğunda Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi Anglosakson merkezli küreselleşmenin temel sütunlarını yıkmayı göze almaları çok önemlidir. İsrail'in bütün eylemlerini doğrudan üstlendikleri ve sırf İsrail'i savunma gerekçesiyle UCM'yi gözden çıkaracakları anlaşılıyor. Bu tehditler tam da İngiltere ve Fransa'nın Filistin devletini tanıma yönünde adım atmaya başladığı dönemde iyice alevlendi. Hatırlanacağı gibi çok kısa bir zaman önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Filistin'i resmen tanıyacakları yönünde bir açıklama yapmıştı. İngiltere'den de bu yönde açıklama geldi. Çok kimsenin bu iki durum arasında zıtlık görmesi gayet tabiîdir. Özellikle İngiltere'nin İsrail konusunda tavır değiştirmek istediğine dair bir ihtimalden bahsedenler oldu. Fakat bu doğru bir yorum değildir. Bugün İngiltere'ye hâkim olan zihniyet İsrail'i Filistin'in tarihî topraklarında kolonyal yapı olarak inşa eden zihniyet ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Bu, David Cameron'un tehditlerinde açıkça görülüyor. Buna rağmen çoğu kimse İngiltere ve Fransa'nın ve diğer emperyalist devletlerin uluslararası Yahudi sermayesine ve gücüne boyun eğmek zorunda kaldığına inanır.

İngiltere ve Fransa'nın diğer emperyalist kolonyalist devletlerle birlikte uluslararası Yahudi sermayesine boyun eğmek zorunda kaldığına inanan çevrelerin, İsrail'in karşısında hareketsizlikleri dolayısıyla bütün bir İslam dünyasını suçlamaya meyilli oldukları da çok açıktır. Bunların, koskoca İslam dünyasının bir avuç Yahudi'ye karşı harekete geçmekten korktuğu yönündeki ifadeleriyle her adımda karşılaşmamız mümkündür. Bu yöndeki ifadeleri "bizim camianın" çok meşhur siyasetçileri bile sıkça kullanır. Aradaki tezat hemen fark edilebilecek kadar yüzeydedir fakat onlar İslam dünyasına bu türden ifadelerle yüklenmekten vazgeçmezler. İngiltere, Fransa ve Almanya'nın Yahudi egemenliğine boyun eğdiğini söylediklerinde fark etmeden onları Filistin'de işlenen suçlardan azade kılmaktadırlar. Eğer hakikaten Yahudi sermayesine ve gücüne boyun eğmek zorunda kalmışlarsa asıl onların harekete geçmesi gerekmez mi Onlar bu soruyu cevaplamaktansa çıkmazdan sıyrılmak için hemen kabahati kendimizde aramalıyız kıvraklığını sergilerler.