Fransa ve İngiltere peş peşe Filistin'i tanıyacakları yönünde açıklamalar yaptılar. Bu açıklamaların her iki devletle ilgili birtakım sorulara yol açması gayet doğaldır. Üstelik bu soruların şüpheci bir tutumu yansıtması da gerekir. Çünkü her iki devlet bugünkü çatışmalara temel olan Sykes-Picot Anlaşmasının tarafıydı. Bu anlaşmanın sonucunda Osmanlı coğrafyası parçalanmış, küçük devletlere bölünmüş ve İsrail'e alan açılmıştı. İngiltere otuz yıllık zamanda İsrail'i kurmuş ve ortaya çıkan bu yeni kolonyal yapı Fransa tarafından sürekli desteklenmişti. İsrail'i dokunulmaz kılan da Fransa'nın İsrail'e kazandırdığı nükleer silahlardır. İsrail, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin büyük desteğini de arkasına alarak yayılmacı bir anlayışla Filistin'de neredeyse bütün insanlık için sorun hâline geldi. Almanya'nın gönüllü olarak bu yeni kolonyal yapının içinde yer aldığı da sonradan anlaşıldı. Fakat bu ülkeler yeni kolonyal yapıyı ideolojik bir çerçeve içinde Yahudi mağduriyeti üzerine bina etti. 7 Ekim 2023'e kadar önlerine büyük bir engel yoktu. Bu tarihten sonra yüz yılda kurulan sistem gerçek kimliği ile ortaya çıktı. Emperyalist devletler bütün kirli işleriyle görünür hâle geldiler. Fakat buna rağmen Siyonist İsrail, Gazze'de ve Batı Şeria'da arzu ettikleri neticeye bir türlü ulaşamadı. Kirli işler her gün bütün insanlığın gözü önündeydi. Bunu hesap etmedikleri anlaşılıyor. Fransa ve İngiltere'nin Filistin'i tanıma yönündeki İsrail'e yönelik tehdit içeren cümlelerini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Sıraladığımız devletlerin İsrail'le ilişkileri ve Siyonizm'e bağlılıkları üzerinde ayrı ayrı durulmalıdır. Çünkü birbirinden farklı niyetlerle ama aynı bağlamda İsrail'le ilişki içindeler. İsrail'le ve Siyonizm'le ilişkileri "devlet aklı"nın neticesidir. Almanya eski başbakanı Angela Merkel, İsrail'in güvenliği Almanya devlet aklının ayrılmaz bir parçasıdır, demişti. Önceki dışişleri bakanı Annalena Baerbock da "İsrail'in güvenliği sağlanmadığı müddetçe sivilleri ve hastaneleri hedef almaktan utanmayacağız ve bu bizim yükümlülüklerimizdir" dedi. İngiltere ise zannedilenin aksine İsrail'in yayılmacı saldırganlığını ve yerleşimci terörünü çok daha görünür bir şekilde destekledi. Keir Starmer'ın çok daha saldırgan bir tutum sergilediği biliniyor. Starmer "İsrail'in Gazze'de yiyecek, su ve elektriği kesme hakkına sahip olduğunu" söylediğinde Filistinlilerin açlık silahı ile kitlesel olarak öldürülmesinin önü açıldı.
Yaklaşık yüzyıl boyunca İsrail'e kârlı bir yatırım olarak baktılar. Kârlı yatırım sözü ABD eski başkanı Biden'a aittir. Bu söz ile ifade edilen düşünce sıraladığımız devletlere hâkim olan zümreler tarafından paylaşılmaktadır. Adı geçen ülkelerin sokaklarında ise İsrail'e karşı ciddî bir öfke oluştuğunu görebiliyoruz. Hatta İngiltere'de İşçi Parti'sinin eski lideri Jeremy Corbyn, Filistin meselesindeki farklı tutumundan dolayı yeni bir parti kurmaya çalışıyor. Bu yeni partinin ciddi bir karşılık bulduğu yönünde haberler sokaklardaki kanaat ile örtüşüyor. Fakat hâkim zümrenin Siyonizm'e desteğinin sürdüğünü söyleyebiliriz. Benzer bir ayrışmanın ABD'de yaşandığı da anlaşılıyor. Hatta bunun ideolojik bir çözülmeye işaret ettiği dahi söylenebilir. Fakat bunlar İngiltere, ABD ve Almanya'nın İsrail politikalarında büyük bir değişim anlamına gelmiyor. Sadece hâkim zümre değil, entelektüeller ve akademi camiası da yaygın bir şekilde İsrail'i desteklemeye devam ediyor.