Vahdaniyet düzendir, huzurdur, adalettir. Şeytanlar bu düzenden rahatsızdır ve acı çekmektedirler. Bu nedenle şeytanların asıl gayesi, düzeni bozmak ve hakikati konuşanları susturmaktır.
Küresel susturucular ve içimizdeki adamları, Allah'ı konuşmaktan men edemediler. Çünkü Allah, Kur'an'la, kainatın nakışlı sahifeleriyle, yarattığı mevcudatıyla, çiçekleriyle, yıldızlarıyla ve dev bir Okyanus olan esir maddesiyle daima konuşuyor. Ee ne yapacaklar Haşa, Allah'ı susturamadıkları için O'nun mucizeli lisanına muhteşem tercüman olan Hz. Resulullah'ı susturmak isteyeceklerdi.
Allah'ın elçisi ve Kur'an'ın Müfessir-i Kübra'sı olan Hz. Muhammed'in konuşmasını; hadisini, sünnetini susturarak devre dışı bırakacaklardı. Onu da başaramadılar. Alimleri, müctehidleri, İmam-ı Rabbani'leri, Muhyiddin-i Arabi'leri, Gazali'leri, Mevlana'ları vs. susturmaya çalıştılar ama bunu da beceremediler. Ve şimdi, yüz yıldan beri uhuvvet, ihlas ve tevhid konuşmasının yanında imanın esaslarını parlak ve göz alıcı delillerle anlatan, eserleriyle hala hakikati konuşmaya devam eden Bediüzzaman'ı da susturmak istiyorlar. Çünkü "Tesadüf, şirk ve tabiat"tan teşekkül eden fesat şebekesinin alem-i İslam'dan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur'ca verilen karar infaz edilmiştir." Bu infaz, küfrün belini kırmış, onları şaşkına ve deliye çevirmiştir.
Bediüzzaman, Allah'ın yardımıyla, Kur'an'dan aldığı ilhamla ve kainatın varlık sebebi olan Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) manevi himmetiyle öyle reçeteler yazdı ki her konuşması çürütülemez, ortaya koyduğu hakikatler yok edilemez niteliktedir. O, Allah'ı, Resulü'nü ve Kur'an'ı bize en muhteşem şekilde anlatıyor; imanda terakki sağlıyor ve düzen bozucuların düzensizliğine çomak sokuyor.
Bediüzzaman, 130 parçadan oluşan Risalesiyle, hakikatleri konuşmanın en yasak olduğu dönemlerde bile güçlü bir haykırışla küfrün suratına hakikatleri çarpmıştır. Mahkemelerde, hücrelerde, dağ başlarında, sürgünlerde ve en acı ızdıraplar içinde yaşarken, bütün olumsuzlukları şikayet etmeden, ızdıraplarını bir kenara bırakarak milletin imanını selamette görmek için konuştu. Bu konuşmanın tesirli olması susturucuları kudurtmuştur. Elbette o günden bugüne susturucular rahat durmamış, susturmaya çalışmışlardır. Çünkü Nurlardaki her bir hakikat, bizde Sünnet-i Seniyye'ye ve bin küsur senelik şanlı tarihimizle, hatta İslam Alemiyle koparılamaz bir bağ kurmayı sağlıyor. İşte yeniden kurulacak bu bağ için ve sürdürmeyi düşündükleri yüz yıllık kopuşun devam etmesi için Risale-i Nurların tesirini yok etmeyi, mümkünse tamamen susturmayı planlıyorlar.
Şu ellerinde Kur'an, kapı kapı dolaşıp başta Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere, müctehidleri, Ehli Sünnet alimlerini ve günümüzde hakikatleri konuşanları susturmaya çalışanlar, çok gariptir ki Hindistan gibi dünyanın en kalabalık nüfuslu bir ülkesindeki çağımıza ve bilime yakışmayan yaşantılarını ve inançlarını anlatmıyorlar. Mars'a gitme çalışmaları yapılırken bile hala batıl inançları ve iğrenç yaşantıları parmaklarına dolayıp, ne kadar acı ve akıl dışı bir şey olduğunu söylemiyorlar. Küfre ve sapık yaşantılara karşı mücadele vermiyorlar. Sadece ve sadece hak ve hakikati konuşanları, başta Efendimiz olmak üzere, Kur'an'ın bize Allah kelamı olduğunu ve içindeki hakikatleri izah edenleri susturma gayretindeler.
O çirkin inanışları bir kenara koy; tahrip edilmiş İncil ve Tevrat'a inananların hakikatten ve tevhidden ne kadar uzaklaştırılmış olduklarına dair ilmi araştırmalar yapıp, onları tevhide yaklaştıracak gayretlerde bulunmuyorlar. Tam tersi, "Evet, meratibiyle tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzar-ı âleme karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaiki tafsilatıyla beyan eden ve açıklayan ancak ve ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır." diyen Bediüzzaman'a ve Risale-i Nurlara saldırmaktan geri durmuyorlar.
Hristiyanlardaki bozuk inanç olan teslis inancına ve Allah'a şirk koşmalarına karşı, "Siz nasıl böyle bir düşüncesizlik içindesiniz" deyip, ellerindeki Kur'an'la onlara karşı mücadele vermiyorlar. Bütün Ehl-i Sünnet alimleriyle, yani İslam adına doğru adım atmış, doğru söz söylemiş ve milleti irşat etmiş herkesle uğraşıp, onları susturmaya çalışıyorlar. Ve şimdi, bir yerden düğmeye basılmışçasına, susturmaya çalıştıkları tek kişi Bediüzzaman ve Kur'an iman fedaileridir.
Kimi, "Bediüzzaman'ın yazdıklarının doğru olduğunu nereden bilelim" diyen kişiye: "Peki, kendini hoca olarak ortaya koymuşsun, senin anlattıklarının doğru olduğunu; sünnete ve Kur'an'a uygun olup olmadığını nasıl anlayacağız" diye soran olmuyor.
Başka birisi de güya ilahiyatçı ve akademisyen profesör, güya okumuş! Bediüzzaman için, "Yüksek egosu var, zihinsel krizleri var, yasak ağaç gibi rağbet görmüş ve şimdi faaliyetlerinde eski canlılık kalmamış" diyor. "Modern ilimler üzerinden Allah'ı bulma, imanı kurtarma işi de çocuksu, komik ve biraz da köylü gibi geldi bana" diyerek, hazzetmediğini ve ikna olmadığını, Bediüzzaman düşmanlığını ve içlerindeki öfkeyi dile getiriyor. Onlara şunu demek gerekiyor: Risale-i Nur'lardaki yazılı olanların doğruluğunu, mensuplarının Ehli Sünnet yaşantılarından ve sarsılmaz iman sahibi olmalarından anlayabilirsiniz. Risale-i Nur'ları okuyup, namazı, orucu, cumayı; duayı, ibadeti; Sünnet-i Seniyyeyi ve vatan sevgisini terk eden yoktur. Ve de dünyanın her tarafından insanların, kendi dillerine çevrilmiş bu reçetelerle hidayete ermiş olmalarından anlarsınız. Elbette ki insafla bakarsanız ve hakikati susturucu görevi üstlenmemişseniz... Bütün kâinat ve bilimin her dalı, lisan-ı halleriyle Allah diyip, tevhidi ilan ederken, Bediüzzaman'ın onların tevhid dilini nazara vermesi köylülük ve çocukluk değil; zerre ile, yıldız ile ve bütün mevcudat ile o biricik hakikati ilan etmektir. Belli ki böyle bir zekâ ve ilmî çok hazmedememiş gibisiniz. İşte bu insafsız bakışınız hakikatlere perde çekmiş!