'Yeni bir Anayasa'dan vaz mı geçildi ki; 'Anayasa'da Değişiklik' tartışılıyor
Tayyib Bey geçen sene, 'Milletimizin, işte benim anayasam!' diyebileceği 'yeni bir Anayasa' hazırlanacağından söz ediyordu.
Yani, temel esaslarının darbeci askerlerce ve süngü ucu dayatmalarıyla kabul ettirilen ve zaman zaman ortaya çıkan hukukî çelişkileri gidermek için yapılan değişiklikler yüzünden 'yamalı bohça'ya dönüşmüş olan -hele de 1961 ve 1982 tarihli 'Darbe Anayasaları'nda artık 'yeni bir değişiklik' yapılmayacak ve 'Yeni bir Anayasa' hazırlanacaktı.
Ve, 1924 Anayasası -o zamanki adıyla, 'Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu, güyâ uygulamada idi. Ama, açıktır ki, o da 1950'ye kadar, İlk ve İkinci, ya da 'Ebedî' ve 'Millî' denilen' Şef'lerin buyruklarından sonra geldiğinden- uygulanma alanı ve imkânı bulamamıştı. Ve yine ilginçtir ki, 1924 Anayasası'nın 2. maddesinde, 'Devletin dini, Din-i İslâm'dır..' yazılı olduğu halde, bu madde, İlk Şef'in bir emriyle o Anayasa'dan 1928'de çıkarılmış ve -tarifi, açıkça yapılamamış olan- 'laiklik' terimi ise o 1924 Anayasası'na 1937'de en vazgeçilemez bir Anayasa hükmü olarak dercolunmuş, Jakobenliğe tepeden inmeci uygulamalara, hukuk adına bir kılıf uydurulmuştu.
27 Mayıs 1960 Askerî Darbecileri de, ilk iş olarak 1924 Anayasası'nı kaldırmışlar; hem de devirdikleri iktidarın aslî sorumlularını, 'Anayasa'yı ihlâl etmek' suçlamasıyla, dârağacında sallandırmışlardı.
Şimdi, işte o gibi 100 yılı bulan keyfî ve diktatörce uygulamaların 'hukuk adına' tekrarlanamaması için, 'Yeni bir Anayasa' deniliyordu. Ancak, asıl kaldırılması gereken o diktatorial uygulamaları kendileri için, hayat hakkı olarak gören güç odakları yeni bir tartışma başlattılar.
Bu ihtimalin yolunu kesmek için olsa gerek ki, Meclis'in yeni çalışma yılı başlarken 1 Ekim'de yaptığı konuşmada Meclis Başkanı Numan Bey, 'İlk 4 madde üzerinde kimsenin bir itirazı yok..' gibi bir açıklama yapmak gereğini duymuştu.
Ama, öyle idiyse, 'Yeni Anayasa yapmak' iddiası niyeydi ve ne mânâya gelecekti
Anlaşılıyordu ki, meselenin özü, 'Yeni bir Anayasa mı' veya 'Anayasa'da değişiklik mi' sorusunda düğümleniyordu.
Bu konuda da farklı görüşler olabilirdi, elbette.. Ama 'Yeni bir Anayasa' derseniz, o zaman, artık, 'Ama, mevcud Anayasa'nın filanca maddeleri korunacaktır' diyemezsiniz. Çünkü artık o eski Anayasa'yı bir kenara koyuyorsunuz.. Ama, yine de eski anayasaya dayanacak, onun dayatmalarını tekrar kabul edecekseniz, o durumda siz 'Yeni bir Anayasa' değil, mevcud Anayasa'da, bir takım değişiklikler istiyorsunuz demek olur.
O halde söylemimizi nasıl bir zemine oturtmalıyız
Ne var ki, bu konudaki tartışmayı bugünlerde yapmak zorlaştı veya zorlaştırıldı; dahası, normal şirâzesinden çıkarılıp, çarpıtıldı..
Başkan Erdoğan'ın 'Hukuk konularındaki başdanışmanı' M. Uçum, geçen hafta, bir tv. kanalına verdiği mülâkatta, -taşıdığı sıfatı bilhassa vurgulayarak-, 'Anayasa'nın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği' hükmünü taşıyan ilk 4 maddesinin tartışma konusu olamayacağını ve 'esasen halkın da böyle bir meselesinin olmadığını' iddia ediyordu. Halbuki, 'Halkın öyle bir meselesinin olup olmadığı'nı siyasetçiler iddia edebilirler; ama, bürokratlar-memurlar böyle tartışmalara giremezler; onun da girememesi gerekirdi.
Bu tartışmalar esnâsında Numan Kurtulmuş'un, yurt dışındayken yaptığı bir konuşma tartışmaların yön ve şeklini daha bir değiştiriverdi.. Çünkü, Numan Bey, 'özet' olarak', 'devlet'in milleti değil, milletin devleti olur..' diyordu.
Aslında, bu sözün kenarından, 'bir siyasetçinin günlük tartışma ortamında söylenmiş bir söz..' diye teğer geçilebilirdi.. Ancak, birileri, bu sözün tedaîlerinden, çağrışımlarından ciddî bir tedirginlik yaşadılar ve mantıkî bir tartışma yerine korkularını, vehimlerini devreye sokmaya öncelik veren 'yumurta mı tavuktan çıkmıştır, tavuk mu yumurtadan' tekerlemesindeki gibi bir mantıkî çıkmaza işaretle de yaklaşılabilirdi.
Öyle yapmak yerine, AK Parti dışındaki bütün siyasî odaklar, açıklamalarıyla