Vicdanî 'tsunami' dalgaları, Siyonistlerin dünyasına çarparken...

1973 yılında, ünlü 'Watergate Skandalı'nın planlayıcı olarak suçlanan ve esasen Amerikan siyasi çevrelerinde de öteden beri, 'Üçkağıtçı Dick' diye anılan Amerikan Başkanı Richard Nixon, 2 dönem Başkanlığını tamamlayamadan makamından azledilmeye doğru yol alırken, istifa etmek sûretiyle o yolu tıkamış ve yerine Başkan Yardımcısı Gerald Ford gelmişti.

Nixon, Başkanlıktan ayrıldıktan sonra, özellikle Amerikan siyasetinin stratejik hassasiyetlerine dair düşünceleriyle dikkat çekiyordu.. Bunlardan birisi de, şuydu: 'Amerika bundan sonra büyük zaferler elde edebileceğine inandığı küçük savaşlar yapmalıdır.' Yani, galip geleceğini kesin olarak hesapladığı savaşlar.. Aksi halde, kendisinin o kocaman gövdesi altında ezilebilir.

Geçen gün, Trump'ın Başkan Yardımcısı Vance'ın, 'Amerika'nın , dünyadaki en büyük güç olduğu dönem artık geride kaldı..' şeklindeki sözlerini okuduğumda, Nixon'un 35-40 sene öncelerde haleflerine yaptığı yukarda aktardığım tavsiyelerini hatırladım, ister-istemez.

Amerikan Başkanı Trump'ın, bir Hristiyan olsa da, şeksiz olarak, Yahudilerin Siyonist emellerine bağlılığını da göstermeye çalışırken; yine de bu son 4 yıllık yeni dönemi tökezlemeden tamamlamak telaşında olduğu görülüyor. Bunun içindir ki, kapitalist bir toplumda Dolar'a tapınan kitlelerin gözünü boyamaya ve Ortadoğu'daki Petro-dolar şeyhlerinden, -daha önceden yaptığı, 'Biz olmasak, iktidarlarınızı 1 haftada kaybedersiniz' şeklindeki 'aba altından sopa' göstermelerle- kopardığı 3 trilyon dolar'ı aşkın paralarla bile durumu kurtaramayacağını gördüğünden, şimdi de Avrupa Birliği ülkelerini hedef tahtasına koymuş bulunuyor.

Ancak, Amerikan toplumunda güçlü kamuoyu yoklamaları yapmasıyla bilinen Gallop gibi anket kuruluşları, Trump'ın, ikinci dönem başkanlığının ilk 4 ayında sergilediği siyasî performansın etkinliğin halk nezdinde rağbet görmediğini, itibar edilmediğini ortaya koymakta. Trump'ın yüzde 42, onun siyasetine güvenmeyenlerin ise yüzde 58'ler seviyesinde tasvip edildiğinin açıklanması Trump ve Cumhuriyetçiler için oldukça can sıkıcı elbette.

Bu arada, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'den sonra, Fransa Başkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Meir Starmer ve Kanada Başbakanı Mark Carney de siyonist İsrail rejiminin ve onun başındaki, kan içmeye doymayan Netenyahu'nun, özellikle Gazze'de sergilediği korkunç barbarlık ve çocuklar başta olmak üzere, bütün savunmasız sivil insanları aç ve bî-ilaç bırakarak, Gazze'yi İsrail'e bağlayacağını açıkça beyan etmesinden sonra, Avrupa kamuoyunda da oldukça sert tepkiler, AB toplumlarındaki Siyonist sempatizanı odaklarının duvarlarına bir 'psikolojik tsunami' dalgası halinde çarpmakta ve en hızlı Siyonist çevreler bile, bu cinayetler karşısında, tıpkı Trump gibi susmayı tercih ederek, utançlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Ama, İngiltere, Fransa ve Kanada'nın, Gazze'ye karşı yapılan "korkunç" saldırıları ve eylemleri kınayan ortak bir bildiri yayınlamasıyla dalgalar, İsrail kıyılarına da çarpmaya başladı.

Evet, bu 3 lider de, İsrail'in yenilenen askerî saldırılarını sürdürmesi ve insanî yardımlara yönelik kısıtlamaları kaldırmaması halinde, "daha fazla somut eylem" planlarını gündeme alacakları konusunda İsrail rejimini uyardı. Umulur ki, bu da bir durumu kurtarmak çabası olmanın ötesine geçer.

Adolf Hitler'in, Stalin'lerin, Truman'ların ve emsali kan içicilerin yüzünü bile ağartan Netenyahu ise, İngiltere, Fransa ve Kanada'nın HAMAS'ı desteklemekle suçlu olduğunu ileri sürerek, "Bebek katilleri ve adam kaçırıcılar, tecavüzcüler, size teşekkür ettiğinde, insanlığın, adaletin ve tarihin yanlış tarafındasınız..' diye yazmaz mı, X'te.. Herhalde aynaya bakıyordu, bunları yazarken.

Bu arada, Netenyahu'ya muhalefetiyle bilinen Ha'aretz gazetesinin geçen haftaki manşetlerinden birisinde de bu tesbit net olarak yapılıyor ve "Diplomatik tsunami yaklaşıyor!" ve "Avrupa, İsrail'in Gazze'deki 'tamamen çılgınlığına' karşı harekete geçmeye başlıyor." deniliyordu.

Trump ise hâlâ, sadece Ukrayna'da elinde silah olan iki taraf askerlerinin de hayatlarını kaybetmesinden duyduğu rahatsızlığını dile getirerek, ne kadar insansever birisi olduğunu sergilemeye çalışıyor.. Bundan ayrı olarak, Amerikan ve Avrupa toplumlarında da, Siyonist Yahudilerin bitmek bilmeyen, sınır tanımayan emellerine hep seyirli kalınması halinde, bunun, Adolf Hitler'i 1933 yılında iktidara taşıyan Alman kamuoyundaki anti-semitik tsunami dalgalarının diğer Hristiyan toplumlarında da Siyonist Yahudilere karşı giderek artan bir nefret uyandıracağı endişesinden korkuluyor.

Nitekim, 1980'li yılların sonu, 90'lı yılların başında, Amerikan sistemi içinde, bizdeki Genelkurmay Başkanı sayılabilecek bir konumda olan bir general vardı. Özetle demişti ki, bir gün: 'Amerikan medyasında gazete radyo ve tv organlarında çalışanlarının yüzde 25-30'una yakın bir kısmı Yahudilerden oluşuyor.. Amerikan medya organlarının sermayesinin yüzde 60'ından fazlası Yahudilerin elinde. Amerikan bankalarının ve diğer temel ekonomik karar merkezi olan kuruluşların karar mekanizmalarının yüzde 60'ından fazlasının da Yahudilerin elinde olması, sağlıklı bir tablo olarak görülmeyecektir.