Pazar günlerini 'okuyucu görüş ve eleştirileri'ne ayırdığımız bir Hasbihal'e daha; hayırlı çalışmalar dileğiyle, okuyucuları selamlayarak başlıyoruz.
Bu haftaki 'Okuyucularla Hasbihal'de, çok sayıda okuyucunun ortak görüşlerine değineceğim, isim vermeden.. Çünkü isimleri ve mesajlarını aktaracak olsam, sohbetin yaklaşık dörtte birini o mesajlara ayırmak gerekir.. 'Malûm fırıldak ustasının yolsuzluk ve terör örgütleriyle işbirliği etrafındaki iddialarla gözaltına alınıp sorgulanması üzerine, toplumda başlayan yeni ayrışmalar sizin yurt dışında olduğunuz günlere denk geldi.. Doğrusu, yığınla farklı yorumlar yanında sizin bu meselelere bakışınızı merak ediyoruz, genel olarak..' diyor ve görüşlerimi soruyorlar.
--Bu okuyucu kardeşlerime, cevaben konuya günlük polemiklerden uzak durarak ve soğukkanlılıkla bakmakta fayda olduğunu hatırlatalım.. Kan tepeye fırlayarak değil.. Çünkü, kanın tepeye fırlamasının, sadece ferdî davranışlarda değil, zıt düşünen sosyal taraflarda da görülebileceği unutulmamalıdır.
Önce, o kişinin üniversite diplomasının kanunî şartlara aykırı yollarla elde edildiği iddialarının, İstanbul Üniversitesi'nin ilgili birimlerince iptal olunması ile, yolsuzluk ve terör örgütleriyle çıkar amaçlı ilişkisi olduğu etrafındaki iddialar üzerine açılan aynı günlere denk gelmesi, iki konu arasında bir irtibat olduğu gibi iddialar, temelsiz, ındî subjektif mülâhazalardır.
Söz konusu kişinin diplomasi konusunda ortaya çıkan durum, o kişinin o durumu, mahkemeye götürüp hakkını aramasıyla belki daha tartışmasız bir zemine ulaşılabilir.. Bu konuda, bir öğretim üyesi, geçen gün özel bir sohbette, 'O kişi, o denkliği kabul edilmeyen üniversitedeki öğretimini, -Türkiye'deki üniversitelere geçiş yapamamış olarak- kaldığı yerden devam edebilir ve ondan sonra da denklik talebinde bulunabilir' diyordu..
Burada söz konusu kişinin çevresindeki yetkilendirdiği kişilerin bir takım 'yolsuzluk veya terör örgütleriyle ilişkili olduğu' iddialarıyla gözaltına alınması ise, tamamen farklı bir konudur. Çünkü kamu yetkisini kullanan her bir kişi veya makamın yolsuzluk yaptığı ve terör odaklarıyla irtibatlarının olduğu gibi iddialar söz konusu olduğunda, konuya açıklık getirecek olan ilk muhatap, savcılık makamıdır.
Savcılık makamları, bu gibi iddialar karşısında, suçluluk isnadına maruz kalan kişiyi veya kişileri davet eder veya gözaltına alır, sorgular.. Ve sonunda ciddî veya şüpheli durumlar veya deliller bulmazsa, 'kovuşturmaya gerek olmadığı'na da karar verir, dosyayı kapatır ya da, bu konuda kararın mahkeme tarafından verilmesi için, dosyayı ve hakkında kovuşturma yapılan kişiyi mahkemeye havale eder, hâkim de iddia dosyasını ya kabul edip dâva açılmasına karar verir ve hatta suçlanan kişi için tutuklama kararı; ya da tutuklanmasına gerek olmadığına karar verebilir.. Bu kararlardan da, memnun olanlar veya olmayanların olması da tabiîdir..
Tutuklama deyimi son yarım asırdır, 'tevkif' yerine kullanılıyor ve tam manayı yansıtamadığından, kamuoyunda, kişinin suçlu görüldüğü gibi bir değerlendirme ağır basıyor.. Halbuki tutuklama, sadece bu manayı verirken, 'tevkif'de ise, 'suçlanan kişiyi veya kişileri devletin vukûfiyeti,- bilgisi altında bulundurduğu manasını içerir ve bir cezalandırma değil; kişinin kaçması, veya delilleri yok etmek için çalışması, ya da başka kimselerle özel yöntemlerle görüşüp karartma eylemlerine gitmesine ve hatta o iddia konusundan bir takım kimselerin kendilerini kurtarmaları için, tutuklu'ya zarar vermek istemelerine engel olup, tutukluğunun güvenliğini sağlamak' gibi bir çok hedefler vardır. Bugün, tutukluluğun, hemen cezalandırmak çerçevesi içinde değerlendirilmesi bu açıdan seçilen, oluşturulan terim sâyesinde de olmaktadır..
Bu konuda bir örnek olarak, Ankara BŞ.Beld. Başkanı'nın sözlerine bakabiliriz. O, geçen gün, 'Bizim hakkımızda da bu zamana kadar 109 şikayet konusu olmuş ve iddia konuları savcılıkça müfettişlere inceletilmiş ve bu dosyaların 101'i kapatılmış ve diğerleri de devam ediyor..' diyordu.. Yani, vereceği hesaptan korkusu olmayan böyle konuşur..
İBB'deki durum da keşke böyle olabilseydi.. Ama, İstanbul'daki durum çok farklı.. İBB Başkanı olan kişi ve onun tayin ettiği, yetkilendirdiği, ya da işbirliği yaptığı 90 kadar başka kişiler de 'yolsuzluk ve terör örgütleriyle işbirliği' iddialarıyla gözaltındalar ve bu satırların yazıldığı sırada mahkemeye gönderilmişlerdi.. Gözaltı sorgulamasından ekranlara yansıyan bilgilere göre, İBB Başkanı kişi, asıl suçlama konularındaki soruların her birisine, 'bu soruların muhatabının kendisi olmadığını' ve 'bu konuların kendisine yönelik siyasî hesaplaşma olduğunu' söylemekle yetinip, aklınca susma hakkını kullanmış.
Elbette kişilerin susma hakkını kullanmalarına da bir şey diyemeyiz... Ama, hangi partiden veya partisiz olurlarsa olsunlar, mevcut kanun düzeni açısından, Belediye Başkanları, beldelerinin mukimlerince seçilip, başına geçtikleri mahallî idarelerde 'başına buyruk kimseler'