Önce bir noktayı tekrar belirtmek gerekiyor: Bu satırların sahibi, 50 yılı geride bırakan yazı hayatında, şu veya bu rejimin yanında olmaktan kaçınarak, hayırlı çalışmaları kimden gelirse gelin, 'İslam Birliği' idealine hizmet edeceğine inandığı hareketlerin ve odakların karşısında olmamaya dikkat etti. Ama, bu ideali gözetirken, rejimlerden çok, halklarını birliğini esas almaktadır.
Çünkü, Müslüman coğrafyaları üzerinde, çeşitli farklılıklar ileri sürülerek bugün var olan sınırları İslam çizmemiş; tam tersine, emperyalist güçlerin uzun vâdeli planları ve içimizdeki kuklaları eliyle 100 yıl öncelerde, Osmanlı İslam düşmanlarınca çizilmiştir.
Ve esasen, hangi İslam mezhebinden olursa olsun, 'Lâilâheillallah -Muhammed'un Resulullah..' şiarında, aynı Kitabullah'a ve aynı kıbleye yönelmekte birleşen yüz milyonlar arasında, giderilemeyecek bir ihtilâf yoktur. Buna rağmen, bir kısım tefsir ve yorum farklılıklarını, etnik kavmî ayrılıklarını kaşıyanlar hep var olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Bu açık gerçeğin karşısında da, Müslümanların en büyük gücü de, imanlarından aldıkları, almaları gereken 'feraset'tir.
Bu izahlardan sonra.. Bu arada, bu satırların sahibinin, Suriye'deki ve Irak'taki 'İslam karşıtlığı ve Arap kavmiyetçiliği'nde birleşmiş olan Baas rejimlerine ve onların başında bulunan -ve iki taraf da Baasçı oldukları halde, aralarında, sırf liderlik yüzünden ihtilaf olan- Hâfız Esed ve Saddam Huseyn'e ve yönetim kadrolarına karşı en şiddetli eleştirilerini 50 yıl öncelerden, 1972'lerden beri makalelerinde defalarca yazmıştır.
Bu izahlardan sonra, 'İran-Türkiye - Suriye' üçgeninde son günlerde cereyan eden hadiselere değinebiliriz. Ancak, önce bu üçgendeki halkların büyük ekseriyetinin nüfusuna ve itikadi yapısına dikkati çekmek gerekmektedir.
İran, bugün, 85 milyonu bulan nüfusuyla yüzde 80'ine yakın kısmı, İslam'ın, '12 İmam veya Caferî' denilen 'şia' yorumuna bağlıdır; 500 yıl önceki Şah İsmail Safevî zamanından beri.. (Daha öncesindeki ilk 900 yıl boyunca ise, İran, Hz. Ömer'in, o dönemin büyük güçlerinden sayılan Sasanî devletini Qadisiyye Savaşı'nda yenilgiye uğratmasıyla fethedilmiş ve Müslüman kültür ve medeniyetinin önemli coğrafyalarından birisi ve Sünnî İslamî yorumların, İmam Ebû Hanife ve İmam Gazzalî'gibi en büyük ulemâsını yetiştiren bir İslamî ilimler havzası olmuştu.)
İran'ın nüfusunun yüzde 2 kadarı da gayrimüslimler be yüzde 18-20 kadarı da Sünnî Müslümanlardır.
Türkiye'deki 85 milyonun ise, yüzde 2- 2,5 kadarının gayrimüslim, yüzde 15 -20 kadarının 'Hz. Peygamber Soyu'ndan geldiklerine inanılanlardan oluşan 'seyyidlik' temeline dayalı ve kutsanan 'Dede'lerce yönlendirilen 'alevî' denilen kitleler ve yüzde 1 kadarının da Caferî- 12 İmam şiası'na mensup oldukları tahmin edilmektedir.
Suriye'nin nüfus ve itikadi yapısı konusunda ise, İran'da, İnkılap Muhafızları Ordusu'nun yarı-resmî internet sitesinde 1,5 ay kadar önce, 'Suriye halkının itiqadi yapısı' konusunda yayınlanan uzuuun bir makalede verilen bilgileri daha sağlıklı kabul edebiliriz. Çünkü, İran, 1980'lerden beri, Suriye Baas rejimiyle yakın diplomatik ilişkiler içinde olan ülke idi..
O makalede verilen ve İran'da çoğu kimsenin de hayret ettiği bilgilere göre, Suriye'nin 26-27 milyona varan nüfusun yüzde 74'ü Sünnî; yüzde 1- 1,5'u ise, (İran'daki büyük ekseriyet gibi) Şiî- Caferî; yüzde 10 kadarı Hristiyan ve geride kalan yüzde 15'i ise, Dürzîler, Nusayrîler ve Aleviyyûn'dan müteşekkildir.
Bu bilgiler verildikten sonra, Dürzîler ve Nusayrîler'in, 'İsmailiyye' denilen '7 İmam Şiası'ndan gelen ve bir üçüncü taife olarak da Aleviyyûn (Alevîler) denilen üç ayrı cemaatin ise, Hz. Ali'ye ulûhiyet ilâhlık nispet ettikleri için, İslam dışı gruplar oldukları yazılmış ve bu arada