Trump ve kadrosunun, dillerinden çekecekleri var

Amerikan Başkanı Trump'ın teamül dışı davranış ve kararlarının ve de tehditlerinin nereye varacağını tahmin etmek zor.. Çünkü, bu 'çılgın' kişi, her gün, bir önceki gün önceki söylediklerinin bile tam terini söyleyebiliyor..

(Zelensky için, kavgalı buluşmadan 2-3 gün önce 'diktatör' demişken, 3 gün sonra onu karşılaması ve kendisine o 'diktatör' nitelemesinin hatırlatılması üzerine, 'Öyle mi demişim..' diyecek kadar ne dediğini bile hatırlamayışına bir çarpıcı örnek..)

Bu açıdan, -şimdilik Rusya Başkanı Putin hariç- herkesi tehdit ediyor.. Bu yaklaşımlar muhataplarını elbette rahatsız ediyor.. Nitekim, son günlerde bu tehdit savurmalarından iyice rahatsız olan Çin, 'Amerika savaş istiyorsa, biz hazırız..' demek noktasına geldi ve herhalde daha başkaları da devreye girecek gibi.. Çin'in mukabil meydan okuması karşısında, Trump şimdilik sus-pus gibi.. Hani, 'Deli, deliyi görünce, köteğini saklar..' sözünü hatırlatan bir durum..

Dahası, Avrupa Birliği de, Trump'ın 'ferman'larına uymaya yaklaşmayacak gibi.. Çünkü, Putin ve bütünüyle Rusya karşısında, daha bir tedirgin olan Avrupa Birliği ülkeleri, Macron'un kendi inisiyatifle Avrupa liderliği rolüne soyunmasını fiilen kabullenmiş gibiler.. Çünkü, İngiltere dışındaki AB ülkelerinden, Fransa dışındakilerden hiçbirisinin nükleer silahı yok.. Macron'un, 'Fransa'nın nükleer gücü siyaset stratejisinde şimdi devreye girmezse , buna sahipliğin avantajı nedir ki ' şeklinde düşündüğü anlaşılıyor.

Gerçi, 1991 senesinde Napoli'deki NATO Zirvesi sırasında o zamanki Fransa Başkanı Mitterand da, 'Sovyet Rusya dağıldığına ve NATO Paktı karşısında komünist Doğu Bloku tarafından kurulmuş olan Varşova Paktı da kendisini feshettiğine göre, Avrupa için artık, Amerika demek olan NATO tarafından avunmayı gerektirecek bir tehdit kalmamıştır, o halde, Avrupa kendisini savunacak bir ordu kurmalıdır ve kuracaktır ve Amerika Avrupa üzerindeki gölgesini geri çekmelidir..' dediğinde, zamanın Amerikan Başkanı 1. Bush, önce, 'Amerika istenmediği yerde zorla durmaz..' demişken; ikinci gün, 'Savaş sonrasındaki yeni Avrupa'yı biz kurduk, bir yere gidecek de değiliz..' diyerek, Amerika gölgesinden kurtulmak için iştahları iyice kabarmışken, o iştahları kursaklarında bırakmışlar ve yerlerine oturmak zorunda kalıvermişlerdi.

Ama, şimdi durum daha farklı.. Çünkü, Avrupa, Amerika ile Rusya arasındaki yeni muhabbetli yaklaşım karşısında şimdi kendisini iki tehdit arasında sıkışmış durumda hissediyor. Bu zamana kadar, Amerika ile zıdlaşmamaya özen gösteren ve emperyalizmin en gediklilerinden olan İngiltere de kara Avrupasına bu zamana kadar olmayan şekilde yaklaşmış bulunuyor..

Hattâ o kadar ki, Macron liderliğinde İngiltere başbakanı Keir Starmer ve Zelensky, birlikte gidip Trump'a son sözlerini söylemek istedikleri, diplomatik çevrelerde söz konusu ediliyor..

Tam da bu sırada, Trump ise, 'Amerika Birleşik Devletleri'nin resmî dilinin İngilizce olduğu'na dair, bir kararnameyi imzalayarak, bu zamana kadar kanunî bir temeli olmayan İngilizce'nin bundan sonra artık, resmî dil olarak kabul edilmesiyle İngiltere'ye bir gül uzatmak taktiğini devreye sokmuş bulunuyor..

Ancak, Ukrayna-Rusya Savaşı'nda üç yıldır tıpkı Amerika gibi, Ukrayna'ya çok fazla mikdarda silah ve malî yardımlarda bulunduklarından, Amerika-Rusya arasındaki beklenmeyen yeni yakınlaşmadan sonra, Trump gibi onlar da ellerinde gül buketleriyle Putin karşısında eğilmedikleri takdirde, -kendileri alenen savaşa girmedikleri halde- Ukrayna'ya verdikleri yüksek teknoloji ürünü silahlarla Rusya'ya verdirdikleri zararların bedelini ödemek zorunda kalacaklarının korkusuna kapıldılar.

Avrupa ülkeleri , artık, NATO'nun fiilen beyin ölümü merhalesine geçtiğini düşünüyorlar ve yeni bir 'Avrupa gücü' oluşturmak istiyorlar.

Üstelik, Macron'un nükleer gücüne güvenerek Avrupa liderliğine oynamak istemesi, Rusya'nın Fransa'ya Napolyon'un 1810'larda, 670 bin kişilik bir ordu ile taaa Moskova'ya kadar gidip