15 Aralık Pazartesi günkü yazımızda, Osmanlı döneminde 400 yıl birlikte yaşadığımız ve son 100 yıldır da sınırın iki tarafında kalmış on binlerce ailenin birbirinden 'Sykes-Picot' (Sayks-Piko) ve Lozan antlaşmalarıyla koparıldığı o bölünme sonrasında, Suriye'de özellikle son 100 yılda yaşananların kısa bir tarihçesine değinmeye çalışmış ve Suriye'nin bugününe değinmeyi de bugüne bırakmıştık.
Aslında, o yazının girişinde bir de Suriye'de 1970'lerden beri devam eden (Baba) Hâfız Esed ve (Oğul) Beşer Esed'in diktatörlüğünün 55 yılı bulan döneminin sona ermesini takiben, halk kitlelerinin hemen Şam'ın en büyük meydanlarından birinde bulunan dev bir 'Hâfız Esed' heykelini yıktığına da değinmiş ve o yıkık heykelin fotoğrafını da yansıtmak istemiştik; 'Darısı bütün heykellerin ve heykelperestlerin başına...' temennisiyle vermiştik, ama o fotoğraf teknik bir ârıza ile ulaştırılamamıştı. Unutulmamak adına dikilen o Hâfız Esed heykelinin de ibret verici fotoğrafını bugün buraya alalım...
(8 Aralık 2024 günü, (Oğul) Beşşâr Esed iktidarı ve yarım asrı geride bırakan 'Esed Hanedânı' devrildiğinde, halk kitlelerinin ilk devirdikleri de (Baba) Hâfız Esed'in, Şam'ın en büyük ana meydanlarından birinde bulunan heykeli olmuştu. Darısı, bütün heykellerin ve heykelperestlerin başına, inşallah..)
*
Bu hatırlatmalardan sonra konumuza devam edebiliriz.
Trump, yeni entrikalarla devreye girmek istiyor...
Ancak, bu konuda ortaya çıkan son bir duruma da kısaca değinmek gerekiyor. Şöyle ki,
geçen haftanın son gününde, Suriye'de güvenlik devriyesinde oldukları açıklanan Amerikan askerlerine açılan ateş sonunda 3 Amerikan askeri öldürülünce, Amerikan Başkanı Trump, küplere bindi.
Suriye'de öldürülen bu askerleri 'kahraman vs. ' emsali sıfatlarla öven Trump, 'Bu cinayetleri işleyen kimler ise onlara, misillemede bulunacağız.' dedi; Ahmed Şara hükûmetinin bu konuda dahlinin olmadığını belirterek... Ama Amerikan emperyalizmi, 'faili meçhul bir saldırı' için, nasıl bir 'misilleme'de bulunacak. Ancak, kesin olan şu ki, Trump'ın sözünü ettiği 'misilleme'nin bedelini Suriye halkının tamamı ödemiş olacak; İran rejimini cezalandırmak adına, İran'a 25 Haziran'da yapılan 'Amerikan-İsrail ortak saldırısı'nda olduğu gibi... Böyleyken, Amerikan Kongresi'nde, Trump'a, 'Mr. President, bu 'kahramanlar'ınız niçin oradaydılar ve ne yapıyorlardı' diye sormayı kimse akledemedi veya kendisinde o cesareti bulamadı.
*
Dahası aynı gün, Trump'ın Amerikasında bir okulda öğrencilere ateş açan bir başka Amerikan vatandaşı, öğrencilerden 3'ünü öldürmüş ve 7'sini ise yaralamıştı. Ama Mr. Trump, 'o saldırganlıktan dolayı misillemede bulunacağını ve kimden intikam alacağını' söylemedi. Keza aynı gün, Karayipler Denizi'nde, hiçbir devlete ait olmayan, 'açık deniz'de, Venezuela'ya ait bir tekne, içindeki 8 kişiyle birlikte, Amerikan Ordusu'nca batırılmıştı; elbette Trump'ın emriyle. Ama Trump, bu cinayetlerdeki payına düşen sorumluluğu aklına getirmeden, sadece Suriye'de öldürülen 3 Amerikan askerinin intikamının alınacağının hesabını yapmakla meşguldü.
*
Dahası, aynı günlerde, Yahudilerin, 2 bin 200 yıl önce Jerusalem'i (Kudüs'ü) düşmanlarından geri almaları münasebetiyle tertip ettikleri 'Hanuka' diye anılan dinî bayramlarında Avustralya'daki Yahudilerce yapılan bir kutlama toplantısına, baba-oğul, 2 kişi tarafından açılan ateş sırasında, 15 kişi öldürülmüştü. Saldırganlar ateş açmaya daha da devam ediyordu ki, Avustralya'da göçmen olarak bulunan ve bir manav dükkanı işleticisi olan Suriyeli 'Ahmed el'Ahmedî' isimli Müslüman, kendisi de yaralanmak pahasına, o saldırganlardan birisinin üzerine arkasından atlayarak, elinden tüfeğini alıyor ve o katliâmı durduruyordu.
Eğer öyle olmasaydı, kurbanların sayısının çok daha fazla olacağı açıktı. O kişinin o saldırı karşısında gösterdiği kahramanlık sahnelerinden dolayı Ahmed el'Ahmedî'yi 'Avustralya'nın gururu olan bir kahraman vatandaş' olarak niteleyen Avustralya Başbakanı başta olmak üzere, dünyanın hemen her kesimden övgüler yükseldi... Aynı şekilde Trump'tan da... Ama Trump, o saldırganları engelleyeni, bir 'kahraman' olarak nitelemekle birlikte, o kişinin adını ve Müslüman olduğunu belirtmekten dikkatle kaçındı.
Evet, böyle bir dünyadayız.
Biz yine, dönelim Suriye'ye ve pazartesi günkü yazımızda kaldığımız yerden devam edelim:
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 15 Aralık'ta düzenlenen Büyükelçiler Konferansı'nda yaptığı konuşmada: Suriye'de işimiz aslında yeni başlıyor. Biz inanıyoruz ki; dış müdahalelerden arınmış, istikrarlı bir Suriye, bölgemiz için büyük bir 'artı değer' olacaktır" diyor ve "Esed rejiminin devrilmesinin yıldönümünde Türkiye, tarihin doğru tarafında durdu... Geriye dönüp baktığımızda, son 15 yılda Suriye sahasında tarihin en zorlu sınavlarından birini verdik. Bunun siyasî ve ekonomik maliyetini ödedik; ancak insanlık onurundan taviz vermedik. (...) Ve nihayetinde tarih kendi hükmünü verdi. 8 Aralık 2024, Suriye halkı için yeni bir umut sayfasının açıldığı bir milad oldu. Ancak, Suriye'de işimiz aslında yeni başlıyor. Biz inanıyoruz ki; dış müdahalelerden arınmış, istikrarlı bir Suriye, bölgemiz için büyük bir 'artı değer' olacaktır. Türkiye, bu süreçte dost ve kardeş Suriye halkının yanında olmaya kararlılıkla devam edecektir" açıklamasında bulunuyordu.
*
Aslında Hakan Fidan Bey'den özetle aktardığımız satırlar bile, özellikle 2011'de Tunus, Libya, Sudan, Mısır gibi ülkelerde, her birisinin 30-40 yılı aşan iktidarlarının arka arkaya devrilmesine yol açan ve 'Arab Baharı' diye anılan sosyal patlamalar Suriye'ye de ulaşınca, sadece (Baba-Oğul Esed)'lerin ve öncekilerin idaresindeki 'Baas rejimi'nin 60 yılı bulan iktidarının tehlikeye girdiğini görünce, Baas ideolojisine dayalı Hanedan rejimi, 'devleti kurtarmak adına' diyerek kitlevî ve en acımasız cinayetlere başladı.
Sadece Türkiye'ye 4 milyonu aşkın ve bir o kadarının da Lübnan'a sığındığı ve diğer ülkelere de göç etmesi ve böylece ülke nüfusunun yaklaşık yarısının terk etmek zorunda kaldığı Suriye'de, halkın tepkilerini ve o Baasçı diktatörlüğün bir noktadan sonra tökezleyeceğine dair beklenti daha bir güçlenmişti.
Ayrıca, sınırındaki Afrin, El'Bâb, İdlib ve emsali şehirlerin idaresine el koyan Suriyeli halk kitlelerinin ihtiyaçlarını ve mahallî idarelerin otoritesini de Türkiye karşılıyordu. Ve o halk kitlelerinin içinden yetişmiş mücadele ekipleri de Suriye Baas rejiminin güçlerine ciddî darbeler vuruyordu.
Ve Suriye rejimini denilebilir ki, sadece Rusya ve İran destekliyordu. Arab Birliği de, Beşer'a kapıyı yarım da olsa kapatmıştı.
Ama Rusya'nın desteği, resmî güçlerinin ötesine taşmıyordu.
İran'ın ise Suriye'de (12 İmam Mezhebi olarak da bilinen) Caferî şiasına mensub olanlar 300 bini geçmezken, Caferîler'in hattâ İslam-dışı saydığı 2 milyonu aşkın Nusayrî topluluğu da, İran tarafından yakın müttefikler olarak destekleniyor gibiydi.
*
Ayrıca, Irak'ta da Halk Gönüllüleri denilebilecek 'Haşd-i Şa'bî' birlikleri Suriye'de de yapılanmaya başlamıştı ve bu güçler, kendi mezhebî inançlarını, fırsattan istifade ederek Suriye'de de devreye sokmaya çalışan mezheb mübelliğleri ve gönüllüleri de ve İran'ın sağladığı askerî, mâli ve psikolojik desteklerle daha da güçleniyordu. Kezâ, İran tarafından da halk kitlelerine de, 'Tarihte ilk olarak Doğu Akdeniz'e ulaştık...' diye gururlandırıcı sözler dile getiriliyordu; etkili resmî sıfatlı isimlerce...

3