Sosyal ve tarihi hadiselerin kesin değer ölçülerini belirlemek o kadar kolay değildir

Görüşlerine itibar ettiğim bir arkadaş, İran'da '1977 1979 arasında ve milyonların katıldığı, Şah'ın kaçmaya mecbur bırakan ve bütün dünyayı dehşete düşüren o büyük inkılap günleriyle ilgili olarak, yazılarımda '100 bini aşkın kurban verildiği'ne dair ifadelerime itiraz ediyor; 'O kadar değil!' diyor.

Ve bu arkadaş, hatta 'Ben mezarlıkları gezdim...' gibi iddiaları da serdediyor. İran gibi Türkiye'nin 2 mislinden daha büyük bir coğrafyaya sahip olan bir ülkenin bütün mezarlıklarını gezip hesap yapmak, sadece tuhaf bir çaba değil, imkânsıza yakın...

(BabaOğul) Rıza Khan ve M. Rıza Pehlevî Hanedanı'nın 57 yıllık kanlı diktatörlüğüne karşı milyonların hançeresinden yükselen 'Allah'u Ekber!' sadâlarından ayrı olarak, Şah karşıtlarının 150 bin civarında kurban verdiklerini söyledikleri rakamları biz yazılarımızda, '100 bini aşkın...' ifadeleriyle anlatmakta yetiniyorsak, yanlışlık nerededir

'Hayır olamaz...' diyenler, o büyük inkılap günlerinde hayal veya ümit ettikleri yeni bir dünyayı görememenin kızgınlığını yaşayabilirler elbette; ama bundan dolayı, daha önceki korkunç diktatörlük dönemini temize çıkarmaktan başka bir netice vermeyecek olan bu gibi şüphelerden maksat, herhalde, temize çıkarılmaya çalışılanın Şah olduğu değildir.

Ki, bu konuya şüpheler imal etmeye çalışan arkadaş, 'HafızBeşşâr Esed Hanedanı'nın ve Baas Partisi diktatörlüğü'nün 1970 -2024 arasındaki 54 yıl ve hele de son 13 sene içinde 1 milyona yakın insan öldürüldüğü şeklindeki söylemleri de yalanlayabilir mi ve 'Evet' denilirse, o zaman bu rakamlar hakkında kimin elinde kesin rakamlar vardır Unutulmasın ki, ya da Hâfız Esed döneminde, 1982'de gerçekleşen Hama Katliamı'nda da 40-50 binden fazla insanın öldürüldüğü iddiası da üzerine şüpheyle yaklaşanlar da olmuştu. Hama'yı o katliamdan kısa süre sonra gören, ve o dönemde önde gelen kanaat önderi durumunda olan Müslümanlardan merhum Muammer Dolmacı ağabeyden dinlediklerimle, görmeyenlerin anlattıkları arasında elbette uçurumlar vardı. (Kaldı ki, şimdi, Amerikan ve Siyonist İsrail medyasında da, 'Gazze'deki barbarlıkları sırasında 50 bini aşkın masum, sivil ve savunmasız Müslümanların öldürüldüğü'ne dair iddiaların 'anti-semitik' kampanyanın abartılı bir parçası olduğuna dair yorumlar yayınlanmıyor mu)

Unutmayalım ki, bugünlerde 110'ncu yıldönümünde dualar ve törenlerle anılan Sarıkamış Faciası'nın kurbanları için bizim gençliğimizde 120 bin rakamı ifade olunurken, sonra bu rakam, 60 bine kadar düşmüş ve resmî makamlar ise, 20 sene kadar öncelerde oradaki askerlerimizin tamamının 32 bin civarında olduğunu açıklamıştı.

O rakam az mı, elbette değil. Ama halkın zihnin kazınan, 'Ahh, o Enver Paşa yok mu Orduyu kırdırdı...' sözü nesilden nesle aktarılmıştır; resmî tarihler, Enver Paşa'nın isminin hatıralarda kalmasından bile korktukları için... (Hatırlayalım, sonraları tarihçi de kabul edilen Âfet İnan, hatıratında, kendisine 1921-22'lerdeki bir savaşı yazdıran kumandanı'na, 'Paşam, orada öyle bir savaş olmamıştı...' deyince, Paşa'sı, o hatırlatmayı, 'Sen yazmana bak; tarihi, yapanlar yazdırır...' diye geçiştirir. Ve o söz konusu Paşa'nın 'asla yenilmediği' de tevatüren hep söylene-gelir, ama 7. Ordu'nun, Gazze'den, Nablus'dan, Kudüs'ten, Şam'dan, Haleb'den taa Islahiye'ye ve oradan da Adana'ya kadar.' kim tarafından yenile-yenile geri çekildiği hatırlanmak istenmez.

Kaldı ki, bir açık hıyanet olmadıkça, savaşlarda zafer kadar, yenilgiyi de tabiî karşılamak gerekir. Ki, geçenlerde bir TV programında M. Bardakçı da, bir kumandanın, 'Asla yenilmediği' konusunda gelen bir mesaj üzerine, 'Yenilmiştir, kardeşim... Hem bir savaşta yenmek kadar, yenilmek de tabiîdir...' kabilinden cevap veriyordu, haklı olarak...

Evet, yakın veya uzak tarih konusunda değerlendirmeler yaparken, rakamlar üzerine çok kesin konuşmak yanıltıcı olabilir. Asıl anlaşılması gereken, bir eylem veya mücadelenin kalkış noktasındaki haklı olup olmadığına ve ona göre bir değerlendirme yapmak gerekir. Haklılık temelinden hareketle sergilenen nice eylem, mücadele ve savaşların, hatalar yapıldığından, ya da, daha başka etkenler yüzünden, baştan hesaplandığı veya hedeflendiği gibi sonuç vermemesi üzerine, hemen ölçüsüz hükümlere tutunmamak ve bu davranış şeklinden kaçınmak gerekir.