'Siyaset ahlâkı'nı karşıtlarımız bizden öğrenmeli; biz onlardan değil

Evet 'siyaset'in birçok unsurları vardır ve bunun en başında olması 'ahlâk' konusu gelmelidir ama yazık ki büyük çapta karmaşık denge oyunları kombinasyonu olan siyasette fazla bir mânâ taşımıyor.

Mahallî seçimlerin yapılacağı 31 Mart günü yaklaştıkça, siyasî mücadele daha bir sertleşiyor, hattâ hırçınlaşıyor ve hattâ seviye düşürülerek, argo kelimeler ve hakaret cümleleri kullanılıyor.

Hz. Peygamber (S)'den gelen rivayetlerde, Müslüman olarak bizlerin insanlarla münasebetlerinin ölçüsü verilmektedir; 'Muhabbet veya düşmanlık beslemekte aşırı gitmememiz, ölçülü olmamız' hatırlatılarak. 'Bugün dost olduklarımızla yarınlarda düşman ve bugün düşman olduklarımızla yarın dost olabileceğimiz ve her iki durumda da, 'önceki söz ve tavırlarımızdan dolayı pişman olabileceğimiz'e dair 'nebevî ikaz'lar ne kadar uyarıcıdır.

Hz. Ali'nin de, kendisine, 'Muhaliflerin senden daha çok siyaset biliyorlar' diye söylenenlere, 'Eğer Allah'dan korkmasaydım, siyasette kimse benimle rekabet edemezdi.' mânâsında cevap verdiği 'rivayet' edilir.

'Siyaset', 'halkullah'a (Allah'ın bütün yarattıklarına) hizmet etmek niyetiyle değil de; 'makam, menfaat, şöhret kazanmak, hükmetmek ve köşe kapmaca oyununda rakiblerinden geri kalmamak' san'atı olarak görülüyorsa. Orada, biz onların usûl ve uslûbuna ve karşılıklı atışmalarla bizleri çekmek istedikleri çirkinliklerine, çukurlarına düşmemeye dikkat etmeliyiz. Yoksa tahriklerle bizi istemediğimiz yerlere çekebilirler ve mukabelede bulunmak gibi mazeretlere sığındığımızda bile utanmaktan kurtulamayız.

Siyasî rekabeti, sözlü veya fiziki mücadeleye dönüştürmek isteyenlerin tahrik ve hakaretleriyle karşılaşıldığında, İslâmî hassasiyet sahibi olanların, 'Benim aldığım terbiye, size aynı şekilde cevap vermeme müsaade etmiyor.' diyerek o gibi şerli kişileri kendi pespâyelikleriyle baş başa bırakmak gerekiyor.

Bu arada belirtelim ki, hâlen de, İstanbul BŞ Belediye Başkanı olan zat, 'Dünya bizim zafer kazanmamızı bekliyor.' demiş. Bu sözde ilginç bir itiraf da vardır. Meseleye bir başka açıdan bakılsa, doğruluk payının olduğu görülür. Çünkü kendilerini 'bütün dünya' yerine koyan emperial dünyanın derdi, filân aday veya partinin kazanması veya kaybetmesi değil, 'Tayyib Erdoğan'ın ve başında bulunduğu hareketin, kamuoyunda, halk kitleleri nezdinde zayıflatılması mânâsına gelecek bir seçim başarısızlığı'dır.

Evet, onları böyle bir netice sevindirecek. Çünkü Tayyib Erdoğan, 'Bir kişi olarak değil, mensubu olduğu inanç sisteminin, kültür ve medeniyet değerlerinin içinde yetiştiği için, Müslümanların gönül coğrafyalarındaki bütün Müslüman halk kitlelerinin de muhabbet beslediği ve hayırlı başarıları için dua ettikleri bir şahsiyet.

Tayyib Erdoğan'ın, 27 Mart 1994'de yapılan mahallî seçimlerde İstanbul BŞ Belediye Başkanlığı'na seçildiğini, 28 Mart 1994 sabahının erken saatlerinde, emperial dünyanın kaptan köşkü durumunda olan Amerikan emperyalizmin resmî duyuru kulesi Amerikan Sesi Radyosu, tam bir dehşete kapılmışlık şaşkınlığı içinde, 'Tarihin iki büyük (Doğu Roma Bizans ve Osmanlı) imparatorluğuna başkentlik yapmış olan İstanbul, İslamcıların eline düştü. Tayyib Erdoğan başkan seçildi.' şeklinde veriyordu. O seçimin üzerinden 30 yıl geçti. Onlar, o zamanki korkularının yersiz olmadığını gördüler. Nitekim daha geçenlerde o dünyanın etkili gazetelerinden birinde, 'Amerika Türkiye ile NATO'da müttefik, ama Erdoğan'a itimad etmiyor'