'Savaş' kaçınılmaz ise, zaman, mekân ve şeklini siz belirlemelisiniz...

Evet, yazının başlığındaki cümleyi tamamlayalım. 'Aksi halde, bütün inisiyatifi düşmana kaptırmış olursunuz.' 'İnisiyatif' (initiative) Fransızca bir kelime. Fransızcada 'öncecilik-girişkenlik' gibi mânalarda çevrilmişse de; Türkçeye, daha çok, 'irade, karar ve eylem üstünlüğü' mânasında çevrilebilir herhalde. Esasen, Osmanlı kültüründe, 'ibtikaar-ı amel' denilirdi; amel eylem üstünlüğünü elinde bulundurmak mânasında...

Müslüman dünyanın perişanlığı ortada... İnsanlığın dörtte birini oluşturan dünya Müslümanları, bütün dünyadaki sayıları 25 milyonu geçmeyen Yahudiler adına, elbette 75 senedir Filistin'in tamamında ve son yıllarda, hele de son 3,5 aydır Gazze'de sergilenen zorbalıkları durduracak bir güç odağı oluşturamadık. Savaşa girmek durumunda ola ülkelerin her biri, diğerini, 'Haydi, ne duruyorsun, girsene.' diye tahrik ve hattâ tahkir etmeye çalışıyor, direkt veya medya organları aracılığıyla. Hâlbuki bir durumu kaçınılmaz hale gelirse, hesab edilmesi gereken ilk konu, inisiyatifin kimin, hangi tarafın elinde olduğudur. Yoksa hasmınız sizi, savaşmak için en müsaid zaman, mekân ve imkânlara sahib olarak kendileri için en müsaid zaman ve mekânda oldukları düşüncesiyle savaşa sürüklerlerse, onlar karşısında, maça 5-0 yenik başlamış duruma düşersiniz.

Ve açıktır ki, karşımızda sadece Yahudilik dinine göre oluşturulmuş İsrail rejimi yok, onu oraya diken emperyalist güçler var.

Unutulmasın ki, daha iki hafta önce, BM Güvenlik Konseyi'nde 'ateş-kes' kararı alınması için bir oylama yapıldığında, 15 üyeden 13'ü 'Evet' dediği halde, kendilerini 1945'lerde Nükleer güç dayatmasıyla 'Daimî Üye' olarak dünyaya kabul ettiren 5 ülkeden ikisi olan Amerika ve Rusya, birlikte 'çekimser' oy kullanarak öyle bir ateş-kes karar çıkmasını birlikte engellemiş oldular.

Hatırlayalım, 14 Mayıs 1948 günü, 'İsrail'in mevcudiyeti dünyaya ilân edildiği zaman, Amerika ve Sovyet Rusya onun varlığını resmen kabul etmekte birbirleriyle yarışmışlar ve ilk 11'nci dakikada ilk tanıyan devlet olarak Amerika, Rusya'dan öne geçmişti.

Ama, Rusya'nın gerek Sovyetler Birliği döneminde, sonrasında da, bu dönemin son 25 yılında hep Putin söz sahibidir; İsrail rejiminin cinayetleri konusunda daima, 'tavşana kaç, tazıya tut!..' siyaseti izlemiş ve hattâ geçen sene Moskova'ya giden Netanyahu'ya, 'İsrail'in kendisini savunmak hakkı tartışılamaz.' gibi sözler etmişti. Bugün de, bunca zulümlere karşı sessiz kalıyorsa, elbette kendi siyasetine bu yöntemi daha faydalı bulduğu içindir.

Ve geçmişte, Yahudi toplumlarını kendi toplumları içinde bir fitne ve fesad unsuru ve bir 'ur, bir kanserli uzuv' gibi görmek açısından, bütün Hristiyan toplumlar, bünyeleri içindeki Yahudilerin çoğunun İsrail'e göç etmiş olmasından dolayı rahatlamışlar ve bu Siyonist işgalci gücün Müslüman coğrafyalarının kalbi mesâbesinde olan Filistin'de bulunmalarından ise, ayrıca memnun idiler... Rusya da, herhalde, 'Eğer burada İsrail diye bir devlet kurulmasaydı, biz burada böyle bir devleti yine oluşturur, kurardık.' diyen Amerikan Başkanı Biden'dan farklı düşünmüyordu. Çünkü kendi dünyalarından farklı bir dünya olan Müslüman halkların ve coğrafyalarının sancıları daha artacaktı.

Bu durum, dünyadaki güç dengelerini ince hesaplarını yapanlar için bulunmaz bir fırsattır.