'N'olacak bu dünyanın hali'

Bizim halkımızın genel rahatsızlıklarını ifade etmekte kullandığı, çok alışkın olduğumuz bir deyim vardır, 'N'olacak bu memleketin hali' şeklinde.. Almanya'daki milyonlarca vatandaşımız, orada da sosyo-ekonomik huzursuzluklar artınca, aynı soru cümlesini, bir hayıflanma havasında tekrar ederlerdi, ''N'olacak bu memleketin hali' diye.. Memleket dedikleri Almanya'ydı ve sonra kendileri sözlerinin manasını düşündüklerinde acı acı tebessüm ederlerdi.

Bu deyimi, bugün, 'N'olacak bu dünyanın hali' şeklinde telaffuz etmek hiç de yersiz değildir.. Çünkü, Amerika'nın çılgın değil, çıldırmış Başkanı, Amerikan liderliğini çoktan bırakmış, bütün dünyanın başkanlığına soyunmuş durumda.. Ve kendisine karşı gösteri yapan vatandaşlarının üzerine, 'yapay zekâ' yöntemiyle ve pilotluğunu kendisinin yaptığı bir uçaktan, 'fosseptik depoları'ndan alınan tonlarca pisliği boşaltıyor şeklinde gösteren bir videoyu kendi sosyal medya hesabından yayınlayacak kadar çıldırmış bir başkan ve kendisini rakipsiz, tek dünya başkanı olarak görüyor ve kendi halkının protestocularına bile böylesine hakaretler eden ve onların üzerine 'yapay zekâ' yöntemiyle de olsa, 'fosseptik çukurları'nı boşaltacak kadar çılgın olduğunu gösteren bir kişi, dünya halkları için daha neler neler düşündüğünü de göstermiş olmuyor mu

Dünya halklarının hepsinin başkanı ve kralı edalı bir İmparator.. Bir 'Vampir Empire' (kan içici İmparator..)

Evet, sahi, n'olacak bu dünyanın hali

*

İkinci Dünya Savaşı'nın sonrasında, Amerika'nın Hiroşima ve Nagazaki üzerine attığı iki atom bombasıyla 300 bine yakın sivil bir anda kavrulabilmiş olmasının dünyada uyandırdığı dehşet havasının dünya halklarına ve devletlerine verdiği bir diğer mesajı da, 'Bundan sonra Amerika'ya, artık hiç bir gücün karşı duramayacağı' şeklindeydi.

Ama, geçmişteki Amerikan başkanlarından hiç birisi bu derece çılgınlıkları hayal ettiğinin mesajını dünyaya vermiş değillerdi..

*

Evet, 2. Dünya Savaşı'nın galiplerinin 1945'lerden itibaren ve bu temel anlayış üzerine kurdukları 'yeni dünya düzeni'nde, Amerika, evet lider durumundaydı, ama, kısa sürede çatlaklar meydana geleceğini tahmin etmek, bir ihtimal olarak bile görülmüyordu herhalde.. Ama, Amerika'dan 5-6 sene sonra, Sovyet Rusya da 'atom silahı'na sahip olduğunu açıklayınca; Amerika, yanına hemen İngiltere'yi de almayı şart gördü..

Arkasından, Fransa da savaş sonrasındaki ağır sosyal şartlar altında, numaralanan şekliyle, '2'nci, 3,üncü, 4'üncü Cumhuriyet'ler arka arkaya devrilirken, galiba 5'ncisiydi ki, o da çıkmaz'a saplanınca, beklenmeyen gelişmeler olmuş ve dönemin C. Başkanı, 1958'in son demlerinde, 'Fransa'nın artık idare edilemez bir noktada olduğunu' ve tek çarenin, 2. Dünya Savaşı'nın ünlü generallerinden 'Charles de Gaulle' (Şarl dö Gol)'ün Fransa'nın başına geçerek, ülkeye bir iyilik daha yapması çağrısını yapmış ve bunun üzerine, -Hitler Almanya'sının işgalinde olduğu yıllarda, 'yurt dışında, Hitler'e karşı 'sürgünde 'Hür Fransa' adıyla ve amma, fiiliyatta olmayan bir hükümet kurarak, Fransız halkına dışarıdan ümit pompalayan- General Charles de Gaulle, geniş kitlelerin sevinç gösterileri altında Fransa'nın başına geçmişti..

Ama, Charles de Gaulle iktidara gelir gelmez, rahatsızlığın temeline teşhis koymuş ve Amerikan emperyalizminin kendisini, dünyaya 'atom gücü'yle ve de 'ülkelerin altın zenginliğine göre belirlenen klasik 'zenginlik' kriteri yerine 'dolar' zenginliği ölçüsünü dayatmasının kabul edilemezliğini açıklayıvermiş ve dahası, Fransız askerlerinin NATO ittifakı içinde de olsa, Amerikan generallerinin emrinde olamayacağını, NATO'dan çıkılması gerektiğini açıklayıvermişti..

Hemen arkasından da Cezayir'de, hele de 1954'de başlayan ve Fransız ordusunun kanlı şekilde bastırmayı şiar edindiği ve 1,5 milyondan fazla Müslümanın hayatına mal olan Cezayir Bağımsızlık Savaşı'na da bir neşter vurup, 'Cezayir, Cezayirlilerindir..' diyerek Fransa'yı başka bir noktaya getirmiş, Cezayir 1961 Baharı'nda istiklaline kavuşmuş, Fransa da o arada, Büyük Okyanus'ta yaptığı başarılı atom bombası denemesi sonunda, 4'ncü nükleer güç sahibi olarak dünya sahnesindeki yerini almış ve hemen ardından da, Fransa'yı NATO'dan çekmişti..

Bu, sadece bir ülkenin mücadelesi değil, hür yaşamak isteyen her bir ülkenin ve halkının karşılaştığı nice iç ve dış müdahaleler karşısında, içine düşürüldüğü dar boğazlar ve labirentlerden bir halkın nasıl kurtulabileceğinin de hikayesidir..

*

Osmanlı'nın, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tarih sahnesinden tasfiye edilmesi, sadece bir rejimin yok olması değil; Müslüman dünyasının, İslam milletinin başsız kalması idi.. Çare, düştüğümüz, düşürüldüğümüz yerlerden yeniden ayağa kalkmak gücümüzü gösterebilmekteydi.. Emperyal güç odakları, o çareye ulaşılamaması için, içerden beyinleri ve kalpleriyle kendilerine kukla kadroları iktidara getirmenin oyununu oynamakta başarılı olmuşlar ve halkın iradesi adına kurulan ve gerçekte Müslüman halkların iradesiyle ilgisi olmayan yığınla kadroları iktidar makamlarına oturtmuşlar ve emperyalist güçler olarak kendilerinin yapamayacakları zulümlerle, o kukla kadrolara, kendi ülkelerini işgal ettirmişler ve kendi halklarını esir almışlardı.. Ve, yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız, aynı milletin, İslam milletinin çocuklarını, etnik/ kavmiyetçi cereyanlarla perişan ve birbirlerine düşman hale getirmişlerdi..