'İslam Milleti'nin çocukları, yediğimiz darbeler bizi uyandırmaya yetmeyecek mi' Başkan Erdoğan bunu söylemek istiyor...
Pazar günleri, muhterem okuyucuların görüş ve eleştirileri etrafında değerlendirmelere ayırdığımız bu sütunda, bir 'Hasbihal'e daha, sağlık- âfiyet dilekleri ve selamlarımızla başlıyoruz.
Sözün başında hemen belirtelim ki, Başkan Erdoğan'ın dün AK Parti'nin Kızılcahamam'da yaptığı İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'ndaki muhteşem konuşmasından pek çok okuyucu hele de bazı cümlelerin altını çizip göndermişler, mesajlarında...
Biz de o uzun konuşmasının içinden, herkesin manşete çekmek istediği cümlelerden bir özet sunmaya çalışacağız...
Başkan Erdoğan, "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin" emrini kendilerine rehber edindiklerine işaretle, şunları kaydediyordu:
"14 Ağustos 1984'te Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçelerinde bölücü terör örgütü ilk eylemini yaptı. (...) O tarihten itibaren 10 bine yakın güvenlik görevlimizi terörle mücadelede şehit verdik; 50 bine yakın vatandaşımız da hayatını kaybetti. (...)
Öncelikle şehitlerimize, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah'tan rahmet niyaz ediyorum. Onları unutmadık, unutmayacağız. (...) O günden sonra nice hükümetler geldi. Her biri 'terörün kökünü kazıyacağı' söyledi ama terör ne topraklarımızda, ne de üs edindiği başka ülke topraklarında bitirilemedi.
Bunda elbette Devlet'in bazı yanlış uygulamalarının da payı vardı.
'Beyaz toros'lar,
Faili meçhul cinayetler,
Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar...
Yakılan köyler,
Bir gecede göçe zorlanan insanlar,
Evladıyla cezaevinde Kürtçe konuşamayan analar...
Bunlar bu yanlış uygulamalardan bir kaçıydı... Hukuk dışı mücadele yöntemleri, terörü bitirmek yerine tam tersine körükledi, büyüttü, terör örgütüne istismar edeceği elverişli bir zemin sundu.
Hataların bedelini hep beraber ödedik...
Sadece güvenlik güçlerimizi şehit vermekle kalmadık, sadece siviller hayatını kaybetmedi; Türkiye bu terör saldırılarıyla istikrarsız hale geldi. Ekonomide 2 trilyon doları bulan bir faturayla karşılaştık. Her şeyden önemlisi terör örgütü, ülkemizin huzuruna, dirliğine, birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine çok ağır hasarlar verdi." (...)
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra göreve geldiğimizde, bir yandan terörle mücadele ederken, bir yandan da teröre bahane oluşturan bataklığı kurutmanın mücadelesini verdik. Terör örgütünün, Kürt kardeşlerimizi tuzağa düşürmesini, devletten ve milletten uzaklaştırmasını önlemek için tedbirler aldık. (...) 15 Temmuz'daki o hain darbe girişiminin ardından FETÖ'yü başta silahlı kuvvetlerimiz ve emniyetimiz olmak üzere tüm kurumlarımızdan temizledik. Böylece terörle mücadeledeki ihaneti ortadan kaldırdık.(...)
'Terörsüz Türkiye' Projesi, bir pazarlığın, bir al-ver sürecinin neticesi değildir. (...) Kanı durduracak, annelerin gözyaşını dindirecek, acıları hafifletecek, kardeşliği güçlendirecek her türlü girişimi yakından takip ediyoruz. (...)
Bugün bazı gerçekleri açıkça konuşmak mecburiyetindeyiz... Terörün daha en başından itibaren karşıtlarıyla bir sektör, bir eko-sistem oluşturdu... (...) Terör eylemlerinden, terör tarafındakiler nemâlandığı kadar, terör karşıtı gibi görünenler de nemâlandı.
(...) Milleti istismar ettiler, istikrarsızlığı körüklediler. Terör saldırılarından kendi kirli emellerine rant devşirmeye yeltendiler. (...) Çünkü çıkarları zedeleniyor, tezgahları bozuluyor. (...)
Bugün, (...) Türkiye kazanmıştır, milletim kazanmıştır. Türk, Kürt, Arap 86 milyon her bir vatandaşımız kazanmıştır. (...)
751 yılında Talas Savaşı'nda kitleler halinde İslam'la tanıştığından beri Türkler; -Türk deyince Müslüman, Müslüman deyince de en çok Türk akla gelir- Mekke-i Mükerreme'den, Medine-i Münevver'den sonra Semerkant, Buhara, Rey, Merv, İsfahan, Tebriz, Herat, Diyarbakır, Konya, Bursa, İstanbul, Ankara ve daha nicesi Türklerin ve Müslümanların medeniyet, ilim, sanat, devlet merkezi oldular." (...) Selçuklu orduları Bağdat, Şam ve Malazgirt'e ulaşırken Kürt ve Arap kardeşleriyle kaynaştılar.
"Malazgirt Zaferi, Kudüs'ün Fethi, İstanbul'un Fethi, Çanakkale savunması, İstiklal Savaşı, Türk, Kürt, Arap ve daha nice Müslüman halkların ortak savaşları, zaferleridir. (...) Kudüs'ü, Selahaddin Eyyubî'nin komutasında Türk, Kürt, Arap fethetmiştir.
Türkler, Kürtler ve Araplar ittifak yaptığında, atlarının rüzgarı Çin denizinden Adriyatik'e serin esintiler yaydı. (...) "Atlarımızın şahlanışından coğrafyaya huzur yayıldı. Kılıçlarımızı gerektiğinde kınından çıkarıp omuz omuza savaştık. Gerektiğinde kılıçlarımızı, hançerlerimizi kınına koyduk; kalemlerimizi çıkardık ve yeryüzüne, gökyüzüne, birbirimizin yüreğine, 'Lâ İlahe İllallah Muhammedun Resulullah' hattını hep beraber kazıdık.
İttifak yaptığımızda atlarımızın, kılıçlarımızın, kalkanlarımızın, naralarımızın, tekbirlerimizin önünde hiç kimse duramadı. İttifak yaptığımızda medeniyetimizle, sanatımızla, ilmimizle, refah seviyemizle hiç kimse yarışamadı.
Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır.
Moğol orduları İslam beldelerini yıktı. Çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı. Çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu.
Birinci Dünya Savaş'ını kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs'ü yitirdik çünkü tefrika vardı.
Ne zaman ayrıldık, kaybettik, yenildik.
Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik.
Bugün Gazze'de, Filistin'de tarihin en acımasız, en vahşi, en barbar soykırımı icra ediliyor. Neden
Çünkü Türk, Kürt, Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor.
(...) En çok da Türk ile Kürt'ün arasına nifak sokmaya çalıştılar.