İran'daki kazâ etrafında kullanılan dil, bize karşı kullanılsaydı..

İran, Cumhurbaşkanı İbrahîm Reisî ve Dışişleri Bakanı Emir Huseyn Abdullahiyan ile Tebriz Cuma İmamı ve Tebriz Valisi ve teknik personelle birlikte diğer 8 kişinin, bir helikopter kazâsı sonunda vefat etmeleriyle birlikte günlerdir gündemimizde, günlerdir...

Elbette uçaklar ve helikopterler kazâ yapmaz diye bir kesin garanti yoktur.

Ortada bir kazâ vardır, ama, bu teknik bir kazâ mıdır; yoksa kazâ süsü verilmiş bir suikast mıdır Sorunun bu ikinci kısmının aydınlanması belki yıllar alır, belki de hep karanlıkta kalır. (Amerikan Başkanı John F. Kennedy'nin 22 Kasım 1963 tarihinde, Texas'ta, hem de hareket halindeki bir arabadayken, bir depoda pusu kurmuş Lee Harvey Oswald adında, 35 yaşlarında bir keskin nişancı tarafından sıkılan bir kurşunla -o hareket halindeki arabada başkaları da olduğu halde, sadece- Kennedy'nin, ensesinden yediği bir kurşunla vurarak öldürdüğünü hatırlayalım.

Amerika gibi dünya liderliği iddiasında rakip tanımak istemeyen ve de teknolojinin son kertesinde olan bir ülkenin Başkanı'nın , nasıl olup da öldürülmüş olduğu yıllarca tartışıldı, amma, bir kesin neticeye varılamadı.. Ve sonra da normal kanunî uygulamalar devreye girdi ve Amerikan toplumunun iç hesaplaşma ve zaaflara uğramaması için, 'Kennedy Cinayeti'nin gizli noktalarının 66 yıl sonra, yani 2029'da açıklanabileceği belirtildi.. Ancak, ünlü senarist Oliver Stone, 1991'de Kennedy'nin isimlerinin baş harflerini taşıyan 'JFK' isimli bir film yaptı ve Kennedy Cinayeti'nin aydınlanabilmesi için, Amerikan Devletinin elindeki en hassas 16-17 noktanın açıklanması gerektiğini kamuoyuna etkili şekilde sundu.

Bill Clinton o 'en yüksek seviyede devlet sırrı' teşkil eden noktaları, Başkan olarak kanunî yetkisiyle açıklayacağı'nı söylediğinde, Federal İstihbarat Bürosu (FBI), 'Hayır.. Açıklayamazsın..' dedi ve aradan yıllar geçtikten sonra, 2017'lerde, D.Trump, aynı iddiada bulundu ve açıklamaya kalkıştığında, karşısında yine FBI'ı buldu..

Yani, artık, 5 sene sonra, 2029'da, hayatta olanlar bazı gerçekleri, büyük dedelerinden dinledikleri hikayelerle renklendirilmiş bir cinayeti, 'Haaa.. Öyle değilmiş de şöyleymiş..' diye güyâ öğrenecekler..

Şimdi, İran'da da her şey açıklanıverecek mi sanılıyor.. Belki de, açıklanacak fazla bir şey yok, sıradan bir kazâ..

İran, 1977 ortasından beri de daha bir gündemimizde, zâten.. Şahlık rejimine karşı 1977 Temmuzunda başlayan milyonluk itirazlar nihayet, Şah'ın ve babasının fotoğraflarının bütün devlet dairelerinden sokaklara atılıp ateşe verilmesi ve heykellerinin, on binlerin 'Allah'u Ekber' feryatlarıyla devrilmesiyle başlayan büyük sosyal çalkantının boyutlarının tasavvur ve tahayyülü, bizim toplumuzda o çapta yaşanmadığı için zordur.

O büyük hadiseler, daha önce de yaşanmış ve 1953'de Başvekil Muhammed Musaddıq'ın İran Petrolü'nü 'millîleştirmesi' ve İngiltere'yi İran'dan kovması üzerine, Şah Pehlevî, hanımı Süreyya'yla birlikte Roma'ya kaçmıştı..

45 gün sonralarda ise, Amerika'nın devreye girip, General Zâhidî'ye, -Amerika'nın resmen açıkladığı belgelerde de görüleceği üzere-, sadece '200 bin dolar' vererek güpe-gündüz bir askerî darbe yaptırması ve Zâhidî'nin Musaddıq'ı makamından alıp bir 'tank'a koyarak götürmesi ve Şah'ın ülkeye geri dönmesi.. Çok büyük hadiseler zincirinin bir diğer parçasıydı.

Musaddıq'ın yargılanması sırasında, 'Geri kalmış ülkeler, kendi ordularının işgali altındadırlar..' şeklinde mahkemede dile getirdiği acı gerçeği Musaddıq'ın devrilmesinden sonra, biz de defalarca yaşamadık mı..

Sonra, 1979 başında Şah'ı bir daha kaçmaya ve rejimini devirmeye muvaffak olan İslâm İnkılabı Hareketi..

Sonra, içerde İslâm'a göre bir sistem kurmak isteyen büyük kitlelerle ve solcu, markit Amerikancı veya çeşitli etnik unsurların bağımsızlık adına isyanları devam ederken, 1980 Eylûlü'nde Saddam Irak'ının ânî bir saldırısıyla başlayan ve 8 yıl süren ve iki tarafın Müslüman halkından en az 1 milyon insanı yutan