Gerçek bir lider, 'övgü, yergi ve tehdit'lerle aslî hedefinden sapmaz!
Açıktır ki, övgüler ve yergiler karşısında, hiçbir insan, duvar gibi hissiz, duygusuz kalamaz; insanın zihninde ve davranışlarında bir takım izler bırakır..
Ârif bir lider kişi, kendisine yönelik övgüler karşısında, 'Bu övgüleri nasıl yapıyorsunuz, ben de etten-kemikten bir insanım.. Bu gibi övgülerdir, nicelerinin ayaklarını kaydıran!. Unutmayınız, her insanın içinde bir diktatör, bir Şah, bir Firavun vardır ve daima pusudadır' demiş ve kendisine, 'Biz senin askerleriniz!.' dediklerinde de, 'Hayır-hayır! Ne siz benim askerlerim olunuz, ne de ben sizin! Hepimiz, Allah'ın askerleri olmaya çalışalım!.' karşılığını vermişti.
Birileri, ellerine tutuşturulan ve millete ait kılıçları havaya kaldırıp, 'Biz filân kişinin askerleriyiz..' diye gösteri yaptıklarından dolayı, haklarında disiplinsizlik yaptıkları gerekçesiyle askerlikten uzaklaştırılmak işlemi başlatılınca, malum taife, 'Yahu, n'olmuş yani.. Bu gencecik insanların hayatıyla oynamaya değer mi' gibi propagandalarını hâlâ da sürdürüyorlar; TV ekranlarında, hatta bazıları Erdoğan'a yalvarırcasına merhamet dilenirken, bazıları da Adnan Menderes'in akıbetini hatırlatıyorlar, dolaylı tehditler savuruyor ve akıllarınca korkutmaya çalışıyorlar.
Halbuki, 1957 yılında Başvekil Adnan Menderes'e, bir kısım subayların gizli çalışmalar içinde olduğuna dair bir disiplinsizlik ihbarı yapılıp, o da, '9 Subay Meselesi' diye bilinen o konuyu 'askerî mahkeme'ye havale edince, o askerî mahkemenin reisi olan Cemal Tural isimli bir general, o sanıkları beraat ettirmiş ve -başta Güventürk isimli bir general olmak üzere-, o kişiler, -10 yıllık başvekilliği sırasında milletin genel olarak sevgisini kazanan- Adnan Menderes'in idam eden -27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi sonrasının en ele-avuca sığmaz kahraman Kemalist darbecileri olarak sahneye çıkmışlar ve iktidarı devirmek için, ne gibi kurnazlıklar yaptıklarını yıllarca anlata-anlata bitirememişlerdi. Onları 1957'de beraat ettiren C. Tural da daha sonra hatta Genelkurmay Başkanlığı'na bile getirilmişti.
Sonra..
22 Şubat 1962 gecesi, Harp Okulu kumandanı Kur. Alb. Talat Aydemir liderliğindeki Harbiyeliler bir askerî darbeye daha teşebbüs etmişler, duruma hâkim olan Başbakan İsmet İnönü, -kanunen yetkisi olmadığı halde, ordu üzerindeki fiilî otoritesini kullanarak-, 'Darbeye kalkışanların silahlarını bırakmaları halinde; haklarında, Harbiyeli öğrenciler ve kumandanlarının askerlikle ilişkilerini kesmek dışında, hiçbir kanunî takibat yaptırmayacağı'nı açıklamış ve 400 kadar Harbiyelinin, orduyla ilişkisi kesilerek, o varta öyle atlatılmıştı.
Ama, aradan henüz 15 ay geçmekteyken, -artık askeriye'yle hiçbir bağı kalmamış olmasına rağmen-, Talat Aydemir'in yine de 'komutanları' olduğunu açıklayan Harbiye'lilerin 21 Mayıs 1963 gecesi, bir kez daha darbeye teşebbüs edişi ve Polatlı'daki Top Taburu'nun Ankara'ya doğru yola çıkması, Savunma Bakanlığı'nın bombalanması gibi büyük hadiseler esnasında pek çok asker ölmüş ve Talat Aydemir, bu ikici darbe teşebbüsü sırasında yakalanıp, Askerî Mahkeme'de yargılandıktan sonra, yakın çalışma arkadaşlarından 2 subayla birlikte idam olunmuşlar; yüzlercesi de diğer cezalara çarptırılmıştı.
Aydemir'in yargılanışı günlerinde, 'Osmanlı Ordusu'na hele de 2. Meşrutiyet'ten beri ârız olan bir hastalıktır ki, her subay, kendisine ya Napolyon gibi olmayı hedef edinmiştir, ya da, 1789-Fransız İhtilâli'nin en anarşist liderlerinden Babeuf olmayı.. Aydemir bu ikisini de benimsemişti ve başarılı olsaydı, 1923 sonrasının en üst dereceli bütün komutanlarının en üstünde bir yere otururdu..' diye yorumlar yapılıyordu, bu konulara vâkıf kişilerce..
Şimdiki subayların ufku Napolyon veya Babeuf'e kadar uzanmıyor; sadece 90 yıl öncelerde hayattan çekilen bir kişinin 'askeri oldukları'nı haykırıyorlar.
Böyleyken.. Bugün, 'merhamet duygularını harekete geçirmeye çalışanların hangi çevreler olduğu'na şöyle bir bakılsa, onların o geçmişteki 'darbeci Kemalist akımların kalıntıları'