Engin bir iman ve tefekkür hazinesine sahip bir 'insan'ı dinlerken..

Okuyucuların dikkatini elbette çekiyordur; bu satırların sahibi, yazılarında günlük siyasî tartışma konularına veya siyasî liderlerin karşılıklı atışmalarına değinmekten mümkün olduğunca kaçınıyor.

Hele de bir muhalefet lideri var ki sergilediği seviyesiz çukur siyaseti açısından ismini telaffuz etmek bile mide bulantısı yapıyor insana, 'ÖÖöööö' dedirtiyor.

*

Bu günkü yazımda, - Suriye'nin hele de son 60 yılını takip etmeye çalışan birisi olarak- 1 yıl önce, 8 Aralık 2024 günü, bir kanlı diktatörlüğün, beklenmeyen büyük sosyal değişimle yok oluşuna değinecektim. Ama, o konulara Başkan Erdoğan dünkü konuşmasında da değindiğinden, bu önemli konuşmayı geciktirmeye gönlüm el vermedi.

*

Tayyip Bey'in, 'İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabulünün 77. yıl dönümü olan '10 Aralık İnsan Hakları Günü' dolayısıyla 'AK Parti Kongre Merkezi'nde 'İnsanlık İçin Güçlü Türkiye' konulu olarak dün düzenlenen programdaki hitabı, ondan beklenmeyecek bir konuşma değildi..

Ama, ikinci bir örneği olmadığından, taraftarlarına gurur verecek ve günümüz dünyasında emsaline kolay rastlanamayacak bir durumdur.

Bunun içindir ki, Başkan Erdoğan'ın, "asırlarca adaletin sancaktarlığını yapmış necip bir milletin Cumhurbaşkanı olarak; buradan, kalbi bizimle atan bütün mazlum ve mağdurlara dayanışma mesajlarımı gönderiyor, (...) Afrika'dan Asya'ya, bizden uzakta olsalar da acılarını acımız bildiğimiz tüm mazlumları yürekten selâmlıyorum. Bilhassa savaşların, çatışmaların, yokluk ve yoksulluğun bütün yükünü minik omuzlarında taşımak zorunda kalan masum çocukları ve onların cefakâr annelerini, babalarını kalpten selamlıyorum. Filistinli kardeşlerimi, Filistin halkının onurlu, gururlu, kararlı, izzetli mücadelesini bugün bir kez daha saygıyla selamlıyorum" diye yaptığı bu nefis konuşmasını özetlemeye çalışacağım..

*

Başkan Erdoğan, söz konusu beyannamedeki, "Bütün insanlar; özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. (...) Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasî veya başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanırlar." ifadeleri hatırlattıktan sonra, 'Beyannamede kayıtlı yüksek insanî değerlerin özellikle vesâyet dönemlerinde ne kadar tatbik olunduğu'na işaret ederek, 'millete ve milletin değerlerine yönelik husûmeti herkesçe bilinen Tek Parti faşizminin ilk günden itibaren, insanî değerlerin altını oyduğunu, kimi zaman bürokratik oligarşi, kimi zaman anti-demokratik güç odakları olarak kendini deşifre eden bu zihniyetin milletin hâfızâsında derin yaralar açtığını, demokrasiye -telafisi uzun yıllar alan- zararlar verdiğini, 27 Mayıs 1960'dan 28 Şubat 1997'ye kadar her 10 yılda bir tekrarlanan müdahalelerin arkasında bu zihniyetin siluetinin bulunduğunu' belirterek sözlerini şöyle sürdürüyordu: "(27 Mayıs 1960 Askerî darbesi sonrasındaki) Yassıada Faciası', 12 Mart 1971 sonrası olanları, 12 Eylül 1980 ve sonrasında, adeta işkence kampına dönüşen Mamak'taki C5'leri, Diyarbakır Cezaevi'ni, (Faili meçhul cinayetlerin sembolü haline gelen) Beyaz Toros'ları anlatmaya gerek yok.

2002'den bu yana mesaimizin mühim bir kısmını bu ihlâllerin bıraktığı tortuları temizlemeye, travmaları iyileştirmeye harcadık. (...) Adına 'sessiz devrim' dediğimiz reformlarla hamdolsun bu yolda önemli mesafeler aldık. Ancak insan hakları cellatlarının ülkemize, milletimize, demokrasimize ve sosyal barışımıza çıkardığı faturaları hâlen de ödüyoruz. (...)

CHP Genel Başkanı her köşeye sıkıştığında hep, ya topu taca atıyor ya saldırganlaşıyor, ya saçmalıyor. Yine aynısını yapmış.

Haddini de aşarak 'Sarıkamış'ta şehit düşen rahmetli dedemin bir asır önce nerede olduğunu' sormuş.

(...) İstanbul halkının kaynaklarını yağmalayan suç örgütüne posta güvercinliği yapmayı marifet zanneden bu şahıs için, daha fazla nefes harcamayı israf görüyor, Allah'tan kendisine akıl ve iz'an vermesini niyaz ediyorum."

*

Başkan Erdoğan, şöyle devam ediyordu: "Bizim ne tarihimizde, ne de kültür ve medeniyet kodlarımızda insan hakları konusunda mahcubiyet duyacağımız hiçbir leke yoktur. Tam tersine bugün bize hak ve özgürlük dersi verenlerin hepsinden daha temiz bir sicile, daha kuşatıcı bir zihniyete sahibiz. Bunun altını bugün bir kez daha çizmekte fayda görüyorum. (..)

İnsana saygı göstermek, insanın onurunu korumak, onun yaratılıştan gelen haklarının kullanılmasını temin etmek, sahip olunan medeniyetten tevarüs eden ulvi değerlerimizdir (...) "Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, 1400 yıl önce Vedâ Haccı Hutbesi'nde şöyle seslenmişti:

'Ey insanlar, biliniz ki Rabb'iniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem'den gelmiş ve Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap'a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bu gününüz arefe ve bu ayınız Zilhicce, nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise, mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Ey insanlar, kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin.'

*

Evet, Başkan Erdoğan, Hz. Peygamber (S)'in Vedâ Haccı Hutbesi'nden bu aziz ölçüleri aktarıp sözlerine öyle devam ediyordu: 'Bu emir ve tavsiyeler asırlar boyunca siyasî, sosyal ve beşer hayatında milletimize rehberlik etmiştir; değerler sistemimiz, sadece insanın değil, her canlının da hakkını gözetmesini emreden dünya görüşü inşa etmiş; Ahmed Yesevî'den Yunus Emre'ye, Mevlâna'dan Hacı Bektaş-ı Veli'ye ve Şeyh Galib'e kadar bu toprakları muhabbetle yoğuran nice gönül sultanlarımız öğütleriyle milletimizin tasavvurunu şekillendirmiştir.

Mevlâna'nın, "Biz bu dünyaya kalpleri kırılmış, gamlara düşmüşlere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya gelmişiz. Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar altında ezilenleri gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim' diye gelmişiz.' sözlerini aktaran Başkan Erdoğan, Divan edebiyatının büyük şairlerinden Şeyh Galib'in 'Hoşça bak zatına kim, zübde-i âlemsin (âlemlerin özüsün) sen. Merdüm-i dide-i ekvan (yaratılmışların gözbebeği) olan Âdem'sin sen!' mısralarını hatırlatarak; (...) 'Şurası bir gerçek ki bizler insanı, yaratılmışların göz bebeği olarak gören bir medeniyetin mensuplarıyız. (...) Bunun için köklerimize vurgu yaparken, (...) idare anlayışımızın da pusulası olan Şeyh Edebali'nin 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın' tavsiyesini sık sık hatırlatıyorum. (...)

Başkan Erdoğan, şöyle devam ediyordu: "Nerede bir zulüm varsa, mazlumun yanında, zalimin karşısında dimdik duruyoruz.. Hakkı, adaleti, barışı, insanlık onurunu sadece bölgemizde değil, tüm dünyada cesaretle savunuyoruz. Gururla söylemek isterim ki Türkiye denilince, akla sınırlarını korumakla kalmayıp, artık, barışı kuran ve diplomasiyi de şekillendiren bir ülke geliyor. (...) Düzen inşa edici bir devlet olarak Türkiye'nin varlığı başta dost ve kardeş ülkeler olmak üzere Orta Doğu'dan Kafkasya'ya, Afrika'dan Güney Asya'ya kadar birçok bölgede 100 milyonlara güven aşılıyor..'