'Dayatma Savaş' ve 'Dayatma Barış..' arasında bir fark yoktur

Evet, 'dayatma bir savaş' ile 'dayatma bir barış' arasında bir fark yoktur. Çünkü her iki durum da 'dayatılan taraf'ın istemediği, iradesi dışında kabulleri gerektirir.

'Dayatma bir savaş', yani, henüz fiilî bir savaş durumunun yaşanmadığı hasım düşman tarafı, istek ve iradesi dışında kabul etmek zorunda olduğu savaşa sürüklemek zorbalığı.. Çünkü, dayatan taraf için, her şeyin kendisi açısından en müsait olduğu bir durum ortaya çıkmış olduğu kanaati vardır.

'Dayatma bir barış'ta ise, fiilen düşmanla devam etmekte olan bir savaşın kendi aleyhine sonuçlanacağı gibi bir kanaatin belirdiği bir durumda, çeşitli iç veya dış etkenleri harekete geçirerek, düşmanı savaştan el çekmeye, barış yapmaya sürüklemek kurnazlığıdır..

Saldırgan ve emperyalist odakların son barış çabalarına da bu çerçeve içinden bakılabilir.

Yahudilerin, -hatta henüz Hristiyanlık da yokken-, Babil Kralı Nabukednezzar tarafından Babilonya'dan çıkarılıp, dünyanın çeşitli yerlerine tehcir edilmeleri, zorla göç ettirilmeleri sonunda başlayan acıklı maceraları, 'vatansız, yersiz- yurtsuz, ordusuz, savunmasız' kalmaları ve Hristiyanlarla aralarında olan derin nefret ve boğuşmalar asırlarca sürmüştür. Çünkü, Roma İmparatorluğu'nun Filistin'deki Valisi Platos'un, istemediği halde, -Yahudilerin ağır baskı uygulamaları yüzünden- 'Hz. İsâ'yı çarmıha gerdirerek idam ettirdiği' şeklindeki Hristiyan iddialarının iki bin yılı aşkın bir zaman dilimi boyunca devamlı işlenmesi, Hristiyanlık kültürünü derinden etkilemiş ve Yahudiler asırlarca hep 'mel'ûn lânetli' olarak görülmüşler ve bütün Hristiyan toplumlarının ve mezheplerinin deriiin nefreti asırlardan asırlara, nesillerden nesillere hep Yahudilerin üzerine boca edilmiştir. Bu derin nefret, bugün bile Hristiyanlık kültüründen intikal eden duygularla devam etmekte olup, her türlü sosyal felaketler ve kötülüklerin, salgın hastalıkların sebebi olarak 'lanetli Yahudiler' suçlanır.

İngiliz yazarı Shakespeare'in 450 sene öncelerde yazdığı ve son asırda filme alınıp -ki, Türkçe seslendirilmiş versiyonu da vardır- 'Venedik Taciri' isimli eseri okunacak veya filmi izlenecek olsa, Hristiyan kültüründeki Yahudi düşmanlığının boyutları daha iyi anlaşılır. Yani, sadece Adolf Hitler ve Nazi'ler değildir Yahudileri fesadın asıl kaynağı olarak suçlayan..

Keza, 19. Yüzyıl Rus yazarlarından -başta Gogol olmak üzere- pek çoğunun eserlerinde bu düşmanlık çok canlı olarak anlatılmıştır. Esasen bütün Hristiyan toplumlarında, Yahudilerin yaşadığı şehirlerdeki mahalleler 'Getto' denilen ve 'iç kale' benzeri ve etrafları çevrili, demir kapılarla kapalı mekânlar, hâlâ da vardır.

Miladi -20. Yüzyılın önde gelen psikiyatri bilginlerinden Sigmund Freud'un 1880'lerdeki çocukluk yıllarını anlattığı sahne ilginçtir: 13-14 yaşlarında, Prag -veya Viyana-'da babasıyla birlikte yaya yolda giderken, -Yahudi olanların bilinmesi için taşıdıkları sarı bir takım işaretlerle bilindiklerinden- diğer yayaların, 'Pis Yahudiler, ne diye bizim yolumuzdan gidiyorsunuz' diye hakarete uğramaları üzerine, yan taraftaki at arabası yoluna indiklerini ve orada yanlarından geçen bir arabacının biraz ilerde durup, arabasından inerek babasına, 'Pis, uğursuz Yahudi, niye yaya yoldan gitmiyorsun da, benim yolumdan gidiyorsun' diye birkaç sille vurduğunu ve babasının hiçbir karşılık veremediğini ve o zamana kadar gözünde bir kahraman olarak gördüğü babasının bir anda gözünde küçülüp gittiğini belirterek, 'Bu acıyı ömrüm boyunca hiç unutmadım..' der.

Tabiatıyla, hem Hz. İsâ'nın çarmığa gerildiği iddiası, İslam inancı açısından geçersizdir ve hem de Yahudilerin, sırf inançlarından dolayı böylesine ağır baskı ve zulümler görmesinin İslam ve Müslümanlarla bir ilgisi yoktur ve onlara da mazlum bir halk gözüyle bakılmıştır..

Evet, Yahudiler asırlarca acılar içinde gözyaşı ve feryatlarla yoğrulmuş bir halktırlar. Ama, onların, bu acılarının intikamını, kendilerine hep kol-kanat germiş olan Müslümanlardan almak istercesine, mazlum Müslüman halklara ödetmeye çalışmalarını anlamak mümkün değildir.

Yahudiler de zaman zaman yerkürede 'vatan' diyebilecekleri bir toprak parçasına sahip olmak istemişlerdir elbette.. Ama, kendilerine 'Bizim' diyebilecekleri bir yurt ararken, başlangıçta daha iddiasız talepleri söz konusuydu.. Kimileri Güney Amerika'daki Patagonya'dan; kimileri, Afrika'nın ortasındaki