'Bütün Müslüman halkların, inanç birliğimizin gereği olarak, birlikte hareket etmekten başka bir beşerî çaresi yoktur!'

Okuyucularla Hasbihal...

Pazar günleri, muhterem okuyucularımızın eleştiri ve görüşleri etrafında yaptığımız bir Hasbihal'e daha, sağlık-âfiyet üzere, hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımızla başlıyoruz.

*Dün, 'Zafer Bayramı' diye anılan resmî tatil günü dolayısıyla ekranlarda konuşanların, merasimleri aktarırken ya da o merasimleri izleyen halk kesimlerinden konuşturdukları kimselerin tuhaf sözleri üzerine çok sayıda mesajlar ulaştı. Bunlara isim vererek ayrı ayrı değinmeye gerek yok.

Evet, dün bütün gün boyunca, neredeyse sadece tek bir isim vardı, ekranlardaki zafer kutlamalarında... Arada bir, ' gazi ve şehitler'den de rüşvet-i kelâm kabilinden söz edildi ama modern dünyada Kuzey Kore'de bile kalmayan bir 'lider tapıcılığı' ilkelliğini yansıtan sahnelerin ürkütücü olduğunu belirtmeliyim. Ve her tarafta, her vesileyle, tek fotoğraf... (2 ay kadar önce vefat eden dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Gazi Yaşargil'den 25 Ağustos tarihli yazımda, o'nun, 'kendi sahasında konuşurken, insan beyninin devamlı tek bir fotoğrafla meşgul edilmesinin, beyinde totemist (putçu) algılama özelliklerini geliştirdiğini de söylemişti.' diye bir cümle de aktarmıştım; o teşhisi hatırladım.

Hattâ muhabirlerin anma törenlerini aktarırken kullandıkları ifadeler öylesine komikti ki... Bazı ekranlarda Osmanlı Sultanları'nın, 'saraylarda yaşayıp halktan kopuk oldukları'na değinilirken, Dolmabahçe Sarayı ise, 1938'de ölen bir kişinin 'ev'i olarak ifade ediliyor; insanların o 'tek kişi'nin dünyaya gözlerini kapadığı evini ziyaretten hüzünle döndükleri anlatılıyordu. Hele, küçücük çocuklara sorulan sualler ve onların verdikleri cevaplar traji-komik ifadeleriyle anlatılamayacak ve en ilkel sayılabilecek toplumlarda bile benzer görülemeyecek derecedeydi. Keza, 'Savarona' isimli bir geminin, rejimin ilk şefinin istirahati için satın alınıp getirildiği ve 50 -60 gün kadar onun istirahatine tahsis edildiği, farklı ekranlarda saatlerce anlatılırken, yatağındaki kan lekesinin bile gösterilmesini anlatan bir tarihçi Prof. kişinin derin 'tâzim' ifadesi görülmeye değerdi.

Umulur ki, tarihimizin bir gerçeği olan bu isim de, bir insan-üstü varlık şeklinde değil de; önceki nice büyük sultanlar ve sonraki başkanlar gibi, yanlışlarıyla-doğrularıyla, insan gibi anılmak bahtına kavuşturulur.

Bu temenniden sonra, bir okuyucunun uzuuun bir makalesine geçelim:

*Almanya-Munich'den Yozgat'lı Abdullah Senceroğlu isimli okuyucu diyor ki: 'Biz çocukluğumuzdan beri belli bir kavmin, belli bir dil grubunun, belli bir kan soyunun insanları olarak kendimizi, 'Bizim bir tekimiz bütün bir dünyaya bedeldir' gibi laflarla avutuyorduk. Hoşumuza da gidiyordu bu. Sonraları bu gururlu sahiplenmeye üstelik de, aynı topraklarda asırlarca birlikte yaşadığımız halk kesimlerinden olan ve başka dil ve kansoyu gruplarına mensup olanları aşağılayan ya da onların bize ihanet ettiklerine dair, nifak kokan ve de çoğu yalan-yanlış hikayelerle avunduk da... Allah affetsin, şahsen ben nice Müslümanları, ilk gençlik yıllarımda ülke ekseriyetini oluşturdukları kabul edilen halk kitlesinden olmadıkları için aşağılamışımdır. Sonra köyümdeki dar çevreden çıkıp anne ve babamın işçi olarak çalıştığı Almanya'ya üniversite okumaya gidince gördüm ve anladım ki, yüz milyonlarca insan da birbirlerinden farklı ırk, dil ve renklerdeler ve Avrupa halklarının tarihi, en çok da bu ayrılık ve farklılıklardan dolayı birbirlerini boğazlayan kitlelerin tarihinden ibarettir. Orada bir ağabey, 'Hepimiz Hz. Âdem'le Hz. Havva'nın çocukları olarak halk etti, üstünlük; soyda, malda-mülkte değil, doğulan coğrafyanın özelliklerinden değil, bizi Yaratan'ın koyduğu Hak ve adâlet ölçülerine dayanan takva ve fazilettedir' deyince, kendime geldim. Ve o zaman anladım, aynı lojmanda kaldığım Ugandalı ve derisi siyah olsa bile, benden çok daha iyi bir insan olduğunu gördüğüm ve Muhammed ismini Mamadu diye telaffuz eden kardeşle aramızda insan olmak açısından bir farklılık olmadığını ve onunla aynı inanç pınarından beslendiğimi...

Şimdi memlekete izne geldim. TV tartışmalarına... Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Türk, Kürt, Arap' ve diğer Müslüman halkların bir arada zaman oldukları güçlü olduklarını ve ama birliğimizi yitirdiğimiz zaman bütün İslam Ümmeti olarak çok acılar ve izmihlaller yaşadığımız' şeklindeki acı hakikati ifade etmesinden sonra, bugünlerde Meclis'teki 'kardeşlik' çalışmalarına katılmamayı, bir tuhaf 'milliyetçilik' adına tercih eden partiden bir kişi, 'yani, herkes kendi kavminin adını söyleyecek de, ben Türk olduğumu söyleyemeyecek miyim' diye çarpıtıyordu konuyu... Sanki, kavmini söylemesi yasaklanmışçasına... Ve başka kavimlerden olanların bu durumlarını açıklamalarına 100 yıldan fazla bir zamandır âdeta utanılacak bir halmiş gibi bakılan bir resmî anlayış artık terk ediliyordu. Halbuki, biz asırlarca, '