Bu mitingler, kuru bir 'gövde gösterisi' değil; ruhtan kılıçlarımızı bileyliyor...
Merhûm şehîd İsmail Heniye'nin bir suikastla dünyamızdan koparılmasından 2-3 gün önce, Dünya Müslümanlarını, Gazze ve bütün Filistin konusunda, kardeşlerinin yanında olduklarını göstermeleri için, 3 Ağustos Cumartesi günü, mitingler düzenlemeye davet etmesi üzerine, ülke çapında her yerde olduğu gibi, İstanbul- Ayasofya Meydanı'nda da bir miting vardı..
Ayasofya Meydanı'na otobüs veya metro ile gidilemediğinden, sadece Güngören-Cevizlibağ Kabataş tramvay hattı ile ulaşmak mümkün..
Ama, bu miting dolayısıyla Kabataş'tan gelen tramvaylar Sirkeci'den; Güngören'den gelenler de Bayezid Meydanı'ndan geri döndürülüyorlardı, çünkü bu iki nokta arasındaki bütün ana caddeler insan seli ile dolu ile kaplı idi. Bu trafik tıkanıklığında, Aksaray'dan Ayasofya Meydanı'na kadar yürüdüm. Ama caddelerde yaya olarak yürümek bile mümkün olamıyordu. Bazıları abartı sayabilir belki, ama, yüzbinler vardı..
Bunu bilhassa ve niçin mi hatırlatıyorum
İsmini vermeyeceğim bir okuyucum var, çok zıt dünyalarda ve ufuklarda olduğumuz, sık sık yazışmalarından da anlaşılıyor. (En azından, niceleri gibi, kendi ismini gizlemek gibi bir yönteme başvurmuyor..) Hakaret olmadıktan sonra, yazılanlardan, eleştirilerden rahatsız olmak ne kelime; bir de muhatabımın dünyasını anlamaya çalışırım.. Yeter ki, herkes, kendisini gizlemeden, kendi doğrusunu, hür olarak yazsın.. Kendi adıma, yanlışım olursa, memnuniyetle düzeltir, bir de teşekkür ederim.. Muhatabım da, kendi inandığı doğrularına göre yazıyorsa, onun nasıl bir dünyası olduğunu kavramaya çalışırım. İltifat mesajlarına ise, -nefsime gurur gelebilir- diye sadece şöyle bir bakar-geçerim..
Bu okuyucum da çok farklı dünyalardan.. Geçenlerde, ana muhalefetin sözcüsü bir m.vekili kişinin, Diyanet Başkanı Ali Erbaş'ı eleştireyim derken, onun, bir Cuma Hutbesinde, tesettürle ilgili olarak Nûr Sûresi-31. âyet meâlini zikretmesini, 'saçma-sapan..' diye nitelediği bir hezeyanı üzerine, kendisini bütün milletin 'vekil'i' sanarak asıl kendisinin saçmaladığını ifade etmiştim; 29 Temmuz tarihli ve ' İdeolojilerini, 'vahyi inkâr' üzerine kuranlar, İslâm konusunda elbette saçmalarlar..' başlıklı yazımda..
O yazım üzerine sözünü ettiğim okuyucu, galeyana gelmiş, kendi görüşlerini yazmak adına, Kur'an'ı yorumlamaya kalkışacak kadar cüretkârlık da sergilemiş.. Özetle şöyle diyordu:
'Yine 'azınlığın azınlığı düşüncenizi' çoğunluğa dikte ediyorsunuz.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, -bence yüzde 75'i geçmez ama,- yüzde 99'u Müslüman dediklerinizden hanım olanların başını örtenler yüzde 30'u zor bulur. (...)
Yani, "Müslümanca hayat" dediğiniz kılık-kıyafet dayatmasını, Müslümanların yüzde 10'u anca kabul edip uyar. Geriye kalan Müslüman hanımların yüzde 90'ı ise, âdet olsun diye giyinir ve başları açıktır. (...)
D.İ.B., 'azınlığın azınlığı düşüncesini çoğunluğa dikte etmek istemiş. (...)'
Evet, bu sözleri pervasızca yazan- yazabilen kişi 'laik tefsirci- yorumcu' kişinin, Cumartesi akşamı Ayasofya'daki o mahşerî kalabalığı görmesini ve üstelik İstanbul'da yaşayan bu insanların, kendisinin iddia ettiği gibi toplumun ancak yüzde 10'unu mu temsil ettiğini görüp, hangi dünya, hangi toplum içinde ve yüzde kaç olarak yaşadıklarını düşünmesini isterdim..
Ve bu mitinge gelenlerin insanların hemen hemen tamamı, orta ve dar gelir grubundan idiler. O kalabalığın içine, oralardan tesadüfen geçerken, mâlum müstehcen kıyafetleriyle, plajda imişlercesine dolaşan birkaç örnek de yok değildi.. Onlar bu kalabalığa müstekreh nazarlarla ve -o çok sevdikleri- 'entellektüelleşmiş duruş' dedikleri tavırlarıyla bakıyorlar ve o büyük kitle ise, onları hiç görmüyorcasına, yok ayarcasına teğet geçiyordu.