Bu, çok sade bir sosyal patlama mı, yoksa

14 sene önce, Tunus'ta 'Bû (Ebû) Azizî' isimli bir seyyar satıcının, bir karakolda yapılan baskılar sonunda kendisini yakması veya yakılması, 2-3 günlük halk ayaklanmasıyla, 1956'dan beri iktidarda olan ve kendisini 'Arap kemalisti' olarak niteleyen Habib Burgiba'nın kurucusu olduğu ve 30 yıl başında bulunduğu, ondan sonra da General Zeynel Âbidin bin Âli'nin 24 yıllık tahakkümünün sonunu getirmiş; Bin Ali, canını, Suudi rejimine sığınarak kurtarmıştı.

Ama oradaki bir halk patlaması, kısa zamanda diğer Arap rejimlerine de sıçrayacaktı. Mısır'da 1952'den beri iktidarda olan ve Müslüman halkı sıkboğaz etmeye çalışan Cemal Abdunnasır'ın ölümünden sonra, Enver Sedat ve onun da öldürülmesinden sonra da, Husni Mübarek liderliğindeki kadroların çöküşüyle, 60 yıllık rejim yerle bir olmuştu.

Sonra Yemen'de 34 yıldır iktidarda olan Ali Abdullah Salih ve rejimi de halk ayaklanmalarıyla yıkılmıştı. Libya'da 42 yıl iktidarda olan Muammer el'Gaddafi rejimi de tarihin dehlizlerine gitmişti.

Bu gelişmeler, 'Arap Baharı' diye isimlendiriliyordu. Ve sıra, Suriye'deki Baas Partisi diktatörlüğüne gelmişti.

Ve güneydeki Dera civarında 60-70 bin insan, silahsız bir protesto hareketi yapmaya kalkıştıklarında, bu göstericiler savaş uçaklarınca bombardıman edilmiş, yüzlerce insan katledilmiş ve bunu diğer on binlerin katli takip etmişti.

O zaman, Avrupa Birliği temsilcileri Şam'a gelip, Beşşar'ı ziyaret ettiler. Beşşar, onlara 'Orduya hâkim olamıyorum...' dedi. Arkasından, Türkiye'den Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu, birkaç kez gönderildi Şam'a ve Beşşar'a, 'halk'a karşı silah kullanmaması' hatırlatması yapıldı. Sonra, o zamanki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 'Beşşar Esed bize doğru söylemiyor, artık itimadımızı kaybetti.' diyordu açıkça ve o zamandan beri, Türkiye- Suriye münasebetleri kesik ve soğuk...

Halbuki daha önce, Erdoğan'la aralarında iyi bir dostluk bağı vardı. Bunu kendisi de ifade etmişti, 4-5 sene önce bir yabancı gazeteye verdiği mülakatta; 'Biz, evet; Erdoğan'la dost idik, Esma Hanım da 'Ben İstanbul'a gidiyorum...' deyip hiçbir protokol kuralı olmaksızın, doğru Emine Hanım'ın yanına gidiyordu. Ama ben biliyordum ki, bölgenin tek gerçek laik ülkesi biziz ve Erdoğan'ın kafası ise İhvan kafası idi. Ve Türkiye'yi meşgul etmesi için, kuzeydeki kürtçü grupları silahlandırmıştık!' demişti.

(İlgi çekicidir, Beşşar aynı şeytani silahı bu kez de kullandı ve ordusu bazı yerlerden geri çekilirken, o yerleri PKK'nın yan kuruluşlarına devretti...)

Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı sonunda parçalanmasından sonra da, Anadolu'da kurulan 'kemalist-laik' temel üzerindeki 'tek parti diktatörlüğü'nün ve 'İttihad ve Terakki' dönemi siyasi mücadele yöntemlerini esas alması misali; Baas ideolojisinin iki önemli uygulama örneği olan Irak'ta Saddam ve Suriye'de Hafız Esed rejimleri de aynı yöntemlerle hükmetmişlerdi. Aslında bu iki ülkede de özellikle 1960-70'li yıllar arasında Baasçı grupların iktidara gelme çabaları oldu ama arka arkaya gelen ihtilaller, karışıklıklar, askeri darbeler yüzünden bir türlü uygulanamayan Baas ideolojisi ve Baas Partisi diktatörlüklerini, Irak ve Suriye'deki asıl Baasçı ideolojik uygulamaların sergilendiği 1970'lerden başlatmak daha sağlıklı olur.

Saddam'ın sonu malum, 2003'de idamla noktalandı, ve amma Amerika eliyle... Çünkü İran-Irak Savaşı'ında 8 yıl boyunca Irak'a destek vermelerine rağmen, başarılı olamayışı bir yana, başarısızlığını halkından gizlemek için, 1990'da bir kaç saat içinde Kuveyt'i işgal ve ilhak ettiğini açıklayan Saddam, Batı dünyasının Ortadoğu dengelerini bozmuştu ve cezalandırılması ve de diğer bölge ülkelerine de 'gözdağı' verilmesi gerekiyordu. Saddam'ın idamı işte o zorbalığı da anlatmak içindi... Ve o zamandan beri, Irak, itaatkar bir havadan dışarı çıkmamaya çalışıyor.

Suriye'deki BAAS Partisi diktatörlüğü ise, varlığını, sırtını en çok da Rusya ve İran'a dayayarak ve de Siyonist İsrail rejiminin kendi ülkesine yaptığı bütün saldırılara sessiz kalarak sürdürmeye çalışıyordu. Ama sonunda Suriye toplumu da patlayacaktı ve patladı da...