Bizim dâvâmız filân partileri değil, 'Hak olanı hâkim kılmak dâvâsı' ise

Aynı toplum içinde yaşadığımız halde, 'Keşke onlar bizim camiamızda olmasalardı.' dediğimiz kişi veya kitleler vardır. Ve açıktır ki, onlar da bizim için aynı şekilde düşünüyorlardır. Ama onlar bizsiz yapamayacaklarını bildiklerinden, sadece kendilerine hizmet edecek kimseler olarak kalmamızı isterler. Hükmetmek zevklerini tatmin etmek için bir halk da lâzımdır.

Bu kesin kutuplaşma sözü, elbette ufak-tefek ayrılıklar için söylenemez.

Aynı hedefe varmak için yola çıkanlar arasında da ihtilaflar olabilir. Eğer, ihtilaf, hedefte değil de, 'ara yollar' konusunda ise, bu, kabul edilebilir ve hattâ edilmelidir de... Birisinin gitmek istediği yol daha güvenli, ötekininki daha kısa, bir diğerininki çok hoş manzaralı, bir diğerininki çok yıpratıcı engellerle, dikenlerle, yılan ve akreplerle dolu olsa bile, bu gibi farklılıklar her şeye rağmen kabul edilebilir.

Ama ana cadde ve zıd yönler ihtilafı varsa. 'Ey yolcu, sen Güney Kutbu'na gideceğini söylüyorsun.' ama bu yol Kuzey Kutbu'na varır.' gibi. O zaman, öylelerinin davranışları saflık ve bilgisizlikten değil de, iradeli bir karardan kaynaklanıyorsa, o zaman öylelerine, -biolojik kardeşiniz bile olsa-, söylenecek söz, 'Sen yoluna, ben yoluma.' 'Lekum dinukum veliyedin.' (Sizin dininiz size, benim dinim de bana.) demek olur.

Evet, aynı sosyal bünye içindeyiz; ama genel olarak aynı hedefe varmak isteyenlerin sonunda uzlaşmaları tabiîdir. Bunu şu seçim atmosferinde, Kemalist-laiklerin, apoist-laiklerle uzlaşmalarında görüyoruz ve şaşırmıyoruz. Esasen, mâlûm kişi, 20 yıl öncelerde, Almanya'da yayınlanan 'Ö. P'. isimli Türkçe gazetede müstear isimle çıkan yazısında, 'Türkiye'deki laik-Kemalistlerle zıdlaşmada çok sert olunmaması'na işaretle, 'bir gün, onlarla ittifak içinde olunabileceğini düşünmek gerekir' diyordu.

Bir de, Müslüman halkın arasında, büyüklerinden veya babalarından aldıkları bazı cümleleri tekrarlayarak, mevcud şartlar açısından daha iyisini yapabilecek bir halk desteğini kazanmak durumunda kimse yokken, Tayyib Erdoğan'ı tökezletmeye çalışıyorlar.

Eğer Tayyib Erdoğan ve arkadaşlarının hedefi de, o tecrübesiz ve sığ düşünceliler gibi olsa, 'Bırakınız, ne yaparlarsa yapsınlar.' der geçeriz, ama 100-150 yıllık bir mücadelenin hangi emel ve temeller üzerine bina edildiğini bilenler, bu durumu hayıflanarak temâşa ediyorlar.

Tayyib Erdoğan Mart-1994 sonundaki mahallî seçimlerde İstanbul Belediye Başkanlığı için, Erbakan Hoca tarafından aday gösterildiği zaman, bazıları dudak bükmüştü. Ama onu gençlik yıllarından beri yakından tanıyan, ideallerini, ideallerine bağlılığını ve cevvâliyetini, kararlılığını bilenler açısından Tayyib Erdoğan o vazife için 'biçilmiş kaftan' durumunda idi.

Aynı şekilde, halkın orta ve alt gelir grubundan gelen Müslümanlar da 'Tayyib'in kazanacağı'ndan heyecanla söz ediyorlardı. Ve gerçekten kazandı da. Müslüman halk kitleleri büyük sevinç içindeydiler. Ama bir yerlerde dehşet, daha o zaman bile uyanmıştı. Nitekim, o seçimin sonuçlarını veren Amerika'nın Sesi Radyosu, 05.00 civarındaki Türkçe yayınında, spikerin dehşete kapılmış havasını yansıtan bir sesle ilk haberini şöyle veriyordu: 'Tarihin iki büyük İmparatorluğu'na başkentlik yapan İstanbul, İslâmcıların eline düştü ve Tayyib Erdoğan Başkan seçildi!.. (...)70 yıldır laik rejime başkentlik yapan Ankara ise, İslâmcıların eline düşmekten kıl payı kurtuldu.'