Biz herhangi bir güç değil, İslam'ın emrinde bir güç istiyoruz!

'Devlet oldum' demekle devlet olunmuyor. 'Devlet' olmak için en azından 3 temel unsurun olması şarttır.

1- Başka bir gücün hâkim olmadığı bir toprak parçası...

2- O toprak parçası üzerinde, ortak değerlere göre yönetilmek arzusu olan bir halk...

3- Ve o yerde, o niyetle tesis olunan bir yönetim mekanizması bir rejim...

Bunlara ilaveten, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, uluslararası hukuka göre, devlet kabul edilmek için, savunma ve yargı gücüne, malî güce sahip olmak vs. gibi başka unsurlar da gereklidir ve de dünyadaki güç dengeleri içinde kendisine daha güvenlikli bir 'hayat alanı' açmak isterken, tuzağa düşmemek için güçlü bir diplomasiye sahip olmak gibi konular vardır, ama bu 3 asli unsur olmadan, 'Devlet' olunmaz.

Devlet olmanın mantığı gereğince, devletler hep büyük oynamak zorundadırlar ve hiçbir devlet, komşusunun kendisinden daha güçlü olmasını da istemez. Aynı şekilde, komşudaki bir 'fitne ateşi'nin kendisine de sirayet edebileceği korkusu, her devleti devamlı tetikte bulunmaya zorlar... Ve 'iyi komşuluk ilişkileri' ve karşılıklı 'hüsn-ü niyet'li olunduğuna itimad da önemli güvenlik etkenlerdendir. Ancak, küçük olmayı ve öylece kalmayı kaçınılmaz bir kader gibi gören devletler de, daha ta baştan, başka güçlerin vesayeti altına girmeyi kabul ederek korunma derdine düşerler. Başka güç odakları veya devletler de onların bu zaafından elbette faydalanmak isterler.

Hele de son 100 yıldan, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya, bütün dünyaya açıkça hükmetmeye kalkışan ve sahip oldukları 'zer ve zor'a, (altın ve silah) gücüne sahip ve bu özellikleriyle 'süper-güç' diye nitelenen devletler, kendilerinden daha güçsüz olduklarını düşündükleri diğer devletlere kendi iradelerini, üstelik Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukuk kuralları adına dayatmışlardır- dayatmaktadırlar. Bu durum, hele de, Amerikan emperyalizmi tarafından Japonya'ya karşı Ağustos-1945'de ilk 'Atom Bombası'nı kullanılmasından sonra, dünya 'yeni bir diplomasi', bir 'nükleer diplomasi' anlayışıyla daha bir karşı karşıya geldi.

Ve durum, dünyada, hayatta kalmak isteyen devletleri de 'nükleer güç sahibi' olmak yarışına katılmayı kaçınılmaz hale getirdi. Ve bugün, bu nükleer yarışta (Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Kuzey Kore, Hindistan, İsrail ve Pakistan olmak üzere) 9 devletin bu nükleer güce sahip olduğu biliniyor. Başkaları da belki vardır, ama henüz bunu ilân etmeyenler de olabilir.

Ancak, mevcut 9 ülkeden sadece Pakistan'ın 'atom bombası', 1986-87'lerde, dünyada, 'İslam Atom Bombası kabul edilemez' diye büyük gürültüler koparmıştı. Çünkü diğer devletlerin her birisinin dinleri - dinsizlikleri, dünya görüşleri, ideolojileri ne olursa olsun, 'nükleer silah' sahibi olmaları kabul edilebilir; ama, Müslüman halkların başında bulunan rejimler her ne olurlarsa olsunlar, onların ellerindeki silahlar, Suriye'de 54 yıllık Esed Hanedanı diktatörlüğünün bir anda çöküşü gibi bir durum ortaya çıkar ve Müslüman yöneticilerin eline geçerse, işte o zaman kendileri için büyük felaket söz konusu olacağından, kabul edilemez. Nitekim Müslüman bir toplumun elinde nükleer silah bulunmasının kabul edilemeyeceği gerekçesiyle, Pakistan'ın nükleer gücü'nün 'Uluslararası 'Enerjisi Komisyonu'nca ve ona hükmeden devletlerce kullanılamayacak şekilde bağlanarak gösterilmiş bulunuyor.

Bir ara, Gaddafi Libyası