Bir 'deli', başkalarına 'deli' demekle yetinmeyip, analarına da hakaret etmeye başlayınca

2. Dünya Savaşı'nın galipleri, 1945 sonrasında, Amerikan Başkanı Harry Truman, Sovyet Rusya Lideri Joseph Stalin ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in, Potsdam ve Yalta konferanslarında dünyayı kendi aralarında bölüşmek için bir araya geldiklerinde ilginç sahneler sergilerler.

Bunlardan en ilginci, herhalde Stalin'e ait olan olsa gerek...

Çünkü o savaş başlamadan önce 25 Ağustos 1939'da Alman Dışbakanı Von Ribbentrop ve Sovyet Rusya Dışbakanı Molotof arasında imzalanan antlaşma sırasında, Adolf Hitler'le Avrupa'nın bölüşülmesini kabullenmiş olan ve bir hafta sonra, 1 Eylül 1939'da başlayan 2. Dünya Savaşı'nın ilk 2 yılında Hitler'le kol kola iken; 1941 sonunda Hitler, Rusya'ya da saldırıverince... Stalin, ilk komünist devlet olan Rusya'nın başı olarak, kapitalizmin liderliğini yapan Amerika'ya sığınmakta bulmuştu çareyi...

50 milyondan fazla insanı yuttuğu sanılan o korkunç savaş, 1945 Japonya'nın tam teslimiyetiyle noktalandığında... Dünyanın yeniden bölüşülmesi gerekiyordu...

Ama Stalin, Hitler'le yaptığı paylaşım anlaşmasında, bütün Doğu Avrupa'yı ve Balkanlar'ı zaten ele geçirmiş ve yerli komünist partiler ve kadrolar eliyle, bu ülkelerde komünist rejimler kuruvermişti.

Artık o Doğu Avrupa yeniden tartışılacak değildi... (Ki, o yapılar 45 sene yaşayacaktı, 1990'lara kadar...)

Churchill, Doğu Avrupa'yla Batı Avrupa arasında bir 'demir perde' gerildiğini ifade edip o coğrafyaları yeniden tartışma masasına getirmek gereğini duymamıştı. Dünyanın başka yerleri vardı, üzerinde konuşulacak... En başta da Filistin'de bir Siyonist İsrail rejimi kurulması konusu başta olmak üzere...

O toplantılardan birisine, Stalin güçlü bir lider olarak öyle gösterişli şekilde gelir ki, Truman rahatsız olur ve annesine yazdığı mektupta, Stalin'in o havalı gelişine olan hıncını ifade ederken, 'Anne, o bilmem ne (...çocuğu) öyle bir geldi ki...' diye kızgınlığını yatıştırmaya çalışır... Ama hemen ardından da, 'Anne, ona öyle söylememeliydim değil mi; sonra o da bana öyle der...' kabilinden bir cümle ile devam eder...

Bunu dün, bir daha hatırladım... Çünkü Amerikan Başkanı Trump, eski ve dünyaca ünlü bir cezaevini ziyaret ederken, selefi Joe Biden'ı hatırlamakla kalmamış, 'O bilmem ne (...çocuğu) beni buraya atmak istemişti...' demiş...

Ne kadar ayıp bir davranış...

Biden, 85'ine dayandığına göre, annesi çoktan ölmüş olmalı; herhalde Truman'ın kendi annesi de...

Ama annelere o şekilde hakaret etmek, velev ki, bir takım yanlışlar isnat edilse bile, insana ve hele annelere saygı konusunda, dünyanın en güçlü devletinin başıyım diye hava atan bir kimsenin, ne kadar fren tutmaz bir dile sahip olduğunu göstermesi bakımından ibret alınacak bir durum değil midir

(Trump'ın bu seviyesiz konuşmasını, bu frensiz konuşma sahnelerini dinlerken, 'Ö.Ö' isimli bir siyasetçinin, hem de birilerine hıncını boşaltmaya çalışırken, ikide bir 'Ulan...' laflarına tutunarak, herkese sokak serserilerinin ağzıyla konuşmasını hatırladım ve bu iptizal karşısında o kişinin âkıbetinin de Trump'ın düştüğü seviyesizlikten farksız olamayacağını düşünmekten kendimi alamadım.)

Trump ve (ÖÖ) gibilere, biz yine de bu günlerde aynaya bakmamalarını tavsiye edelim.

Trump Efendi'nin menfaati için övdüğü kimselere bile, yarınlarda çok farklı laflar edeceğini şimdiden söylemek, haber vermek kehanet sayılmamalı.

Bu günlerde Trump'ın başı bir ayrı konudan da dertte. Çünkü New York'da bir Müslümanın Belediye Başkanı olması ihtimali çok güçlü imiş.

Hatırlayalım, İngiltere'nin başkenti Londra'nın Belediye Başkanı, bilindiği üzere, birkaç yıldır, Saadiq Khan isimli, aslen Pakistan'lı, 1970 doğumlu bir Müslüman...

Anlaşıldığına göre, onun icraatından Londra halkı da genel olarak memnun gibi...

Ama Amerikan Başkanı Trump, Saadiq Khan için, 'Tam bir zavallı... Ulusal bir utanç... Aptal ve faşist birisi... Londra'nın yeni bir Belediye Başkanı'na ihtiyacı var...' nitelemesi yapıyordu, 2019'da...

Saadik Khan da, '