Babalar, oğullar ve hanedan siyaseti

Bir konunun daha iyi anlaşılması için, yakın geçmişten 1-2 sahneyi tekrar hatırlayalım istiyorum...

Erdal İnönü'nün, öğrencilerle yaptığı bir toplantının haber filmini izlemiştim, Almanya'da olduğum yıllarda. İlginç bir konuşmaydı.

Hatırımda kaldığına kadarıyla özetle aktarayım. Bir genç, Erdal Bey'e hitaben, 'Entelektüel bir nükleer fizik profesörünü dinleyeceğim derken, burada ahlâk, vicdan ve maneviyat gibi konulara ağırlık veren birisini dinlemenin hayal kırıklığını yaşadım.' tarzında bir takım laflar etmişti. Erdal Bey ise, 'Ben de senin yaşında olsaydım, herhalde senin gibi düşünürdüm.' gibi bir cümleden sonra, 'nükleer fizik ve benzeri tecrübî ilimler eğer insanlığa zarar verecek şekilde kullanılıyorsa, orada düşünmek gerektiği' gibi kabilinden bir karşılık vermişti.

O zaman Erdal İnönü'nün, insanın manevî boyutunu da düşünen bir tarafının olduğunu görmüştüm.

Yine o zamanlardaydı galiba, Erdal Bey, bir başka konuşmasından, 'Yahu, Anadolu'da her nereye gitsem, bana, sırf İsmet Paşa'nın oğlu olduğum için itibar ediyorlar. Tamam, ben İsmet Paşa'nın oğluyum, ama bana itibarınız, benim şahsi özelliklerime göre olsun isterim.' tarzındaki cümlelerini dinlediğimde, onun bu yaklaşımını da ilginç ve sempatik bulmuştum.

Suçların şahsîliği kadar, bir takım karakterlerin de ve fazilet ve liyakat ya da kusurların aileden tevarüsü kesin değildir.

Eski ve ünlü bir siyasetçinin oğlu olan bir yeni siyasetçi de geçen gün, mübtezelliği üzerinde insanın konuşmakta bile utanç duyduğu bir kişiyi temize çıkarıyor ve 'onun kitapları çok iyiydi.' diyordu. Ve ayrıca, en müptezel TV yayınlarıyla yıllarca ekranlarda muzahrafat saçan bir kişi ve kediciklerini de, 'ortada bir tâciz olduğuna dair bir görüntü var mı Yok!' diyecek kadar, aklayıp paklamaya çalışıyordu.

Siyaset, sırf, 'Babası filandı.' gibi yaklaşımlarla tuhaf ellere düşerse... Onlardan ne hayır beklenir

Ve birkaç kısa NOT:

1- Pakistan'da iki hafta önce, ordu ve yargı kurumunun ilginç işbirliği yöntemleriyle bir seçim yapıldı.

'Pakistan İnsaf Hareketi (Pakistan Tehrik-i İnsaf (PTI)' lideri İmran Khan'ın, her birisi de tartışmalı üç ayrı dâva sonunda, 8, 10 ve 7'şer yıl olmak üzere 25 seneye mahkûm edilip, partisinin de seçimlere katılmasına engel getirilmesinden sonra. Yapılan seçimlerde, Meclis'in seçimle gelen 266 sandalyesinin 105 kadarı, İmran Khan tarafdarı olan bağımsız adaylarca kazanılmasına rağmen; yeni Hükûmet, 3 dönem başbakanlık yapmış olan ve 6-7 yıl öncelerde, yolsuzluk yaptığı suçlamasıyla Yargı kurumunca azledilen ve siyasî faaliyetlerden de yasaklanan ve amma birkaç ay önce yargı kurumunun davetiyle tekrar siyaset meydanına çağrılan Newaz Şerif'in partisinin 75, Zulfiqaar Ali ve kızı Bînezir Butto'nun Hanedanını sürdüren oğlu Bilawal Butto-Zerdarî'nin PPP'nin (Pakistan Halk Partisi) de 55 kadar sandalyeye sahip olmasına rağmen; diğer küçük partilerin de desteğiyle, bir koalisyon hükümeti kuruldu. Böylece, iktidar, Newaz Şerif Hanedanı ile Butto Hanedanı arasında paylaşılmış oldu. Başbakan, yine, Newaz'ın kardeşi Şehbâz Şerif.