Zonguldak'tan Nurî Demirci diyor ki: 'Aile dağıldı, boşanmalar artıyor...' deniliyor... Ve hatta nüfus azalması tehlikesinin ülkenin geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaştığı söyleniyor... Elbette bu gibi derin sosyal meseleler için tek bir sebep ve çare gösterilmesi kolaylığına kaçmamak gerekir. Ama anne-baba olmanın sorumluğunu taşımak idrakinden yoksun olanların kurdukları ailelerden ne beklenir ki... Sadece zevk'u safa için ve sadece kendi nefisleri, heva ve hevesleri için bir hayat düşünen kimseler, elbette çocuk yükü taşıyamazlar. Ben TV kanallarının sabahtan öğleye-akşama kadar dedikodular, karşılıklı iddia ve suçlamalar ve de acayip itiraflarla programlarını doldurulması aile yuvalarının daha bir muhkemleşeceği gibi bir hedef veya kaygıları olmayanların sundukları ve sadece daha fazla izleyici celp etmek suretiyle daha fazla reklam almak ve böylece gelirlerini yükseltmek derdinde olanların programlarıyla mı güçlü aile yapılarına ulaşılacağı sanılıyor
Bu programlara çeki-düzen vermek gerekir. Çocuk eğitimi ve aile yuvasının kurulması ve korunması konusunda hiçbir eğitim almamış, dillerinde hiçbir inanç freni olmayanlara bir sınırlama getirilmedikçe, tekrar ediyorum, toplumumuz örtülü-gizli bir intihar sürecinden geçiyor. Sorumlulara feryadımızı duyurunuz.
Ben Amerika'da kaldım birkaç sene; orada bu gibi konularda TV ve diğer medya kurumlarında yayınlanan programların, hattâ Kilise'den yetkili izinli oldukları bildirilen kişilerin kontrolünde olduğu açıkça belirtiliyor.
Bu yüksek teknolojinin getirdiği dijital iletişim imkânlarını nasıl olur da en az zararla kapatabiliriz' sorusuna cevap arandığı bir zamanda, bizim ülkemizde de bu konulara kafa yorulmalı değil midir
Eskişehir'den Şevket İncikli benzer bir konuya değinerek; 'Resmî makamlar devamlı nüfusun yenilenmemesinin ortaya çıkaracağı tehlikeden ve geç evlenmelere ve hiç evlenmemelere doğru bir sosyal yönelişin felaketlerinden söz ediyorlar' dedikten sonra öyle devam ediyor:
'Yeni nesillerin evlilik anlayışlarında sıkıntılar çekmek yok. Bizim ana-babalarımız, ev yokken, iş yokken, ekmeği bile güç-belâ bulurken, yeni nesiller, ellerinde paraları, evleri düzenlenmiş, kurulmuş, büyük ev ihtiyaçlarının hepsi baştan giderilmiş görmek istiyorlar.
Bu gibi hesaplara ağırlık verenleri, evlendiklerinde her şeylerinin ellerinin altında, hizmetinde olduğu zahmetsiz, bir hayat tasavvur etmelerinin ötesinde bir başka konu daha var.
Eve yeni bir şey alındığında, bir ihtiyaç giderildiğinde, evdeki mutluluğu bu yeni nesiller bilmiyorlar. Halbuki bu gibi durumlar, ailenin daha bir pekişmesine, birbirlerine güvenmesine yol açıyor.
Ankara'dan Süleyman Kapıdağlı isimli okuyucu da diyor ki, ilginç mektubunda:
Geçenlerde, İstanbul'da 2-3 kişilik bir genç grubu, yanlarından geçen çok dekolte giyinmiş bir karşı cinse laf atıyordu. Yanlarından geçerken, 'Affedersiniz, gençler. Sizin kız kardeşleriniz de böyle giyinse, n'aparsınız' dedim.
Her birisi de 'Öldürürürüz valla...' dediler, birlikte...
'-Peki, böyle birilerinin hanımlarınız olmasını ister misiniz'
'-Tövbe de, âbi... Allah göstermesin... Hanım dediğin, evinin bekçisi, bizim namusumuzun fânusu olmalıdır... Böyle orta malı haline gelmişlerle evlenilir mi ağabey... Bunlar kendilerini sergilemekten zevk almak ötesinde hiç bir ölçüleri olmayan pespâyeler...'
Evet, bu konuşmayı yapanlar sokakta sağa sola laf atabilen, ama kendileri için bir aile kurmayı düşündüklerinde böylesine, Anadolu'da kadınıyla-erkeğiyle halkın çok büyük bir ekseriyetinin ortak anlayışı olan bir 'aile hayatı'nı hayal ediyorlar.
Bu elbette çok sağlıklı bir anlayış.
O halde, geç evlenmelerin veya hiç evlenemeyişlerin altında, halkın ortak değerlerine aykırı düşmek korkusunun olduğu göz ardı edilmemelidir.'
--Evet, bu okuyucumuzun dile getirdiği konu, üzerinde derinlemesine durulmayı, sosyolojik ve sosyo-psikolojik araştırmalar yapılmasını gerektiriyor...
Galip Koç isimli okuyucu da, geçen haftaki bir yazımızda, 'Amerika'nın Rusya ve Ukrayna'yı barıştıramaması halinde ne haliniz varsa görün.' diye kenara çekileceğine dair tehdidinden sonra asıl korkuyla, Avrupa'yı savunmak için, Türkiye'yi devreye sokmaya çalıştıklarına ve Avrupa medya organlarına Türkiye övgüsünden geçilmediğine değindiğimiz yazıyla ilgili olarak, bizdeki kamuoyunda da, Avrupa kapılarında bir asra yakın bekletilmemizden hâlâ ders çıkaramadığımız görüldüğüne ve yeni dalga bir Avrupa sevdasının yükseltilmeye çalışıldığına işaret ederek, 'Bu kadar Avrupa sevdası çook fazla değil mi' diyor.
Aydın Ayar isimli okuyucu da Van'dan yazıyor: 'Osmanlı sonrası bütün İslam coğrafyası şüphesiz askerî, siyasî ve ekonomik açıdan tam bir istila ve müstemleke ve parya haline düçar olmuştur.
Deryalarda yüzen, ama sığınacak limanı olmayan gemi misali hâlâ rotamız, hedefsiz, dağınık hal-i pür-melâlimiz iç burkan manzaralarla dolu.
100 yıllık resmî ideolojinin dayatmaları sonucunda kültürel emperyalizmin zihinleri nasıl iğdiş ettiği izahtan varestedir.
İstanbul'dan Rahmi Sıvacı isimli edebiyatçı kardeşimiz diyor ki: 'Ağabey, yazılarınızda, bazı özel yazım şekilleri dikkatimi çekiyor ve doğru da... Ancak, genelde bunlara riayet edilmiyor...
--Evet, bu kardeşimizin dediklerinde bir gerçeklik payı var. Ama, T. Dil Kurumu istedi diye doğru yazımları değiştirecek değiliz. Meselâ, siz 'şehid' , 'mescid', Hâmid, (ve Hâmid ve Hamîd' yazımlarında bile derin farklılıklar vardır) vs. yüzlerce kelimeyi daha yazdığınızda, bu kurum, bilgisayarlara verdiği 'doğru yazım kılavuzları'nda, bu kelimelerin sonunun illâ da