AB de, tam 'Trumpist' oldu, 'güçlü olana teslim olunmalı' görüşüne baş eğdi

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, 'Avrupa Birliği (AB)'nin istemesi durumunda bile, Orta Doğu'daki hadiseleri belirli bir şekilde etkileyecek durumda olmadığını- olmadıklarını ' söyledi.

Merz, Almanya'nın etkili gazetelerinden 'Frankfurter Allgemeinen' gazetesinin -dünkü- Pazar baskısına verdiği röportajda, "Trump, Orta Doğu'da, güçlü olanın istediği gibi baskıyı artırdığı bir siyaset izleyerek çok şey başardı' dedi..

'Güç siyasetinin yerine diyaloga dayanan Avrupa dış politika vizyonunun sonunu mu görüyoruz" şeklindeki soruya da, "Kurallara, uluslararası hukuka dayalı çok taraflı düzenin geçici olarak sonunun yaşandığı" şeklinde karşılık verdi.

'Birçok yerde, güçlü olanın hakkının geçerli olduğu bir dönemde olunduğu'nu savunan Merz, bu durumdan dolayı Avrupa Birliği'nin suçlanamayacağını ve 'İstemiş olsak bile, Orta Doğu'daki hadiseleri belirleyici bir şekilde etkileyemezdik. Avrupa'da kim, İran'ın nükleer silah programını durdurmak için sığınak delici silahlara sahip Kim, savaşın taraflarını 'ateş-kes'e zorlayacak imkâna sahip Bizim aramızda, HAMAS'ı sadece silahsızlandırmakla tehditle yetinmeyip, onları gerekirse bunu uygulamaya geçirebilecek imkânlara sahip olan kim var Gücün yeniden daha büyük rol oynadığı ve kurallara dayalı sözleşmelerin arka plana düştüğü bir geçiş dönemindeyiz." de diyordu röportajında..

Evet, bu sözler gerçekte, zor'a ve zorbalığa karşı tam bir teslimiyet hali ve hattâ çağrısıdır.

Almanya esasen, İkinci Dünya Savaşı'nın suçlusu ve yenik tarafı olarak görülüp güçlü bir ordu kurmasına, savaş sonrasındaki dayatma antlaşmalar gereği, galip devletlerce izin verilmezken, başka türlü konuşamazdı da..

Bu açıdan da bu sözleri , -Merz tarafından söylendiği için-, sadece Almanya'nın görüşü olarak kabul etmek yanlış olur. Nitekim, 20 yıl öncelerde Alman şansölyesi olan Edmund Stoiber, 'Avrupa katarının yükünü evet biz taşıyoruz, bu doğru, ama, AB'nin başarısızlıkla karşılaşıp dağılması halinde en büyük yükü taşıyacak ve enkazın altında en fazla kalacak olan da yine Almanya olacaktır.. O halde, o durumun gerçekleşmesini mi kabul edelim, yoksa, bugün katlandığımız malî yükü taşımayı mı' diyordu..

Merz, Avrupa'da Almanya'nın, hem İsrail hükümetiyle, hem de Arap ülkeleriyle uyum içinde çalışabilecek tek ülke olduğunu savunduktan sonra, "Burada tarafsız bir arabulucu olmadığımız, aksine İsrail'in yanında kararlı bir şekilde durduğumuz her zaman nettir. İsrail'in güvenliğinin her zaman Alman dış politikasının bir parçası olduğunu ve böyle kalacağını' söylemeyi de ihmal etmedi, günah çıkartırcasına..

Evet, AB'nin lokomotifi, asıl çekici gücü sayılan Almanya'nın vaziyeti, böyle de, diğerleri farklı mı sanki Hepsi, Amerikan emperyalizminin gözüne bakarak, bir dış siyaset belirliyor..

Hak- hukuk mu

Hak getire..

Amerikan emperyalizmi, hele de son 80 sene zorba ve dayatmacı Başkan olarak ve ne dediklerine bakarak siyaset yapılamayacak olan H. Truman ve D. Trump gibi isimle yeni bir anlayış geliştiriyor..

Birincisi (Truman), ilk iki atom bombasını kullanarak, 300 bin sivil insanı , o nükleer bombaların radyoaktiv ateşinin içinde kavuran Başkan olarak, artık, Amerika'ya karşı çıkılamıyacağını söylerken; ikincisi de, bütün ihtilafları kendilerinin maslahat hesaplarına göre sonuçlandırmayı barışçılık sanıyor.. Her ikisinin sözleri de, '2 bin yıl öncelerdeki Roma İmparatorları'nın 'Teslim olun, barış olsun!...' şeklindeki düz ve sade 'Pax Romana' mantığına göre şekilleniyor..

Nitekim, Trump evvelki akşam, kaç kere tekrarladığı sözü bir kez daha tekrar ederek, İsrail rejiminin her durumda yanında ve arkasında duracaklarını belirtiyordu. Böylesine bir hâmisi, koruyucusu olan Netenyahu'nun Gazze'de yaptıklarını az bile bulan Siyonist Yahudiler haksız sayılmazlar.