Hayatın en büyük gerçeği: Ölüm

Karşımda bir ara bir hayli ünlü ve muktedir olan bir devlet adamı var. Süklüm püklüm olmuş, zorlukla ayakta duruyor ve suallere gecikerek, kısa cevaplar veriyor. Belli ki beynindeki sinir hücreleri oldukça azalmış.

YouTube'tan arıyorum, işte buldum: Gururla kibirle yürüyen görüntüsü çıktı karşıma. Etrafında bir sürü insan var, birçoğu da gazeteci ve televizyoncu. Her dediği olay oluyor, haber değeri var. Sağa sola tehditler yağdırıyor, "28 Şubat süreci bitmedi, bin yıl sürecek" gibilerinden konuşuyor.

Sonra tekrar karşımdaki zata dönüyorum, aynı kişi olup olmadığından tereddüt geçiriyorum. Yok, o Firavun gibi ortalığı titreten o devrin makam sahibi bu.

Acaba bu hallere düşeceğini bilseydi yine milyonlarca vatandaşına zulmeder miydi böyle diye düşünmeden edemiyorum.

Hâlbuki yaşlılık var ve elbette ölüm var. 'Hayatın en büyük gerçeği ölüm' demiştik ama tek gerçeği desek daha isabetli olacak gibi

Kişi dünyadan koparak kendini ölmüş gibi düşünürse (ki mezar başında veya ölümün tefekkür edildiği diğer hallerde yapılan budur) hayat hakkında çok şey öğrenecektir. Ölümü düşünerek bu korkuyu hayatımızı zorlaştıran değil de yaşantımıza renk ve canlılık katan bir unsur haline çevirebiliriz. İşte ölümü tefekkürün bazı faydaları:

Günlük yaşayışımızda gereksiz şeylere üzülmez, cidden önemli olanlara odaklanırız.

Konuları daha doğru bakış açısına yerleştiririz ve problemlerden daha az sıkıntı duyarız.

Stres eşiğimiz yükselir. Yani sıkıntı ve stres oluşturan problemlerden daha az etkileniriz. Çünkü ölümün yakın olduğu aklımıza gelir ve dertleri büyütmeyiz.

Yaratanımızla bağlantımız yoğunlaşır, kendimizi O'na daha yakın hissederiz. Yalnızlık duygumuz azalır.

Geçici başarılar ve başarısızlıklar bizde derin dalgalanmalar yapmaz.

Sıradan ve kolay olanı değil, yapmamız gerekeni yapmamız için içimizdeki istek ve cesaret kuvvetlenir.

Yaşamanın amacının ölüm sonrası olduğuna olan inancımızı billurlaştırır; dolayısıyla her anı önemseyerek ve her anın kıymetini bilerek yaşarız.

Ölümü düşünmek bize korkusuzluk ve cesaret verir, çünkü korkuların büyük çoğunluğunun (hastalık kapma korkusundan tutun uçak veya asansör fobisine kadar) kaynağı ölüm korkusudur.

Hırs, nefret, kin, intikam, dünya sevgisi, gurur, kibir, acımasızlık gibi yıkıcı ve tahripkâr duygulardan uzaklaşırız. Çünkü öleceğiz ve dindışı bu gazetenin tehlikeli ve sakıncalı gördüğü kefene ve tabuta cansız bedenimiz konulacak, sonra kabire yerleştirilecek.

Daha çok merhamet hisleriyle dolar, yardımlaşmaya, dayanışmaya ve hayır hasenat yapmaya daha bir önem veririz.

Aç ve muhtaç olana, açıkta ve zor durumdakilere empati sağlarız.

Başımıza gelen sıkıntı ve felaketlere, haksızlıklara karşı kendimizi daha güçlü hissederiz.

İbadetlerimize dikkat ederiz. Ailemize ve değerlerimize düşkünlüğümüz artar.

Hayatın anlamı olduğunu düşünür, vaktimizi boş meşguliyetlerden uzak tutarız.

En önemlisi de, hayatta zengin olmak için çabalamak yerine yaşantımızdan ve işimizden keyif almaya, daha mutlu olmaya çalışırız.