Müfredat değişti ve sadeleşti. Hayırlı olsun. Şimdi kendimize sormamız gereken bir soru var; Acaba müfredatta yapılan değişiklik, eğitimde zihniyet dönüşümünü sağlayabilecek mi
Bu soru çok önemli. Çünkü müfredatı isterseniz 25. Yüzyılın ihtiyaçlarına göre yapılandırın, yönetim zihniyeti eğer 18. Yüzyılda geziniyorsa bir işe yaramıyor. Teoriyle pratik arasındaki birkaç yüz yıllık fark da altyazı senkronu tutmayan bir film gibi her şeyi anlamsız hâle getiriyor.Şu anda herkes müfredatı, mülakatı, MillîEğitim Akademisini tartışıyor. Ben de geleceğim o konulara ama bugün eğitim yönetimine odaklanmak istiyorum. Çünkü ölçemediğiniz şeyi yönetemediğiniz gibi, yönetemediğiniz şeyi de ölçemiyorsunuz.Şimdi Türkiye'de görev yapan okul müdürlerinden bakanlığın üst düzey yöneticilerine kadar eğitim yöneticilerini düşünelim Acaba yüzde kaçı yönetim yaklaşımı olarak modern kuramları benimsiyor Ve yüzde kaçı hâlâTaylorist zihin yapısına sahipBana kalırsa literatürdeki kavramlarla sadece tanışıyor, hiçbir şekilde samimiyet geliştiremiyoruz. Bu yüzden eğitim gündeminde kavga gürültü hiç eksik olmuyor.Mesela Douglas McGregor'ın X ve Y teorisini sular seller gibi ezberliyoruz. X teorisine göre çalışanlar tembeldir, kötüdür, çalışmayı sevmezler ve sadece parayla ikna olurlar."Ne kadar ayıp!"diyoruz kendi kendimize."Böyle demode bir yönetim yaklaşımı olur mu"diye serzenişte bulunuyoruz.Hâlbuki Y teorisi ne kadar güzel, değil mi Çalışana güveneceksin, onların potansiyellerini keşfetmeye çalışacaksın, sosyal şartları iyileştireceksin, herkesin kendisini iyi hissetmesini sağlayacaksın falan filan...Ama masabaşına geçtiğimiz andan itibaren Y kaçıp gidiyor, X'le baş başa kalıyoruz. Tarih birden birkaç yüz yıl geriye sarıyor ve neo-klasik döneme bile ulaşamayan bir yönetim zihniyeti kalıyor masada.Davranışçıları acımasızca eleştiriyor, Newton'un yasalarına burun kıvırıyoruz. Weber'in ideal bürokrasi yaklaşımına hiç yaklaşmıyor, adamı kırtasiyecilikle suçluyoruz.Ama işe gelince herkesi tektip davranmaya zorluyor, Kuantumu bırakın Einstein fiziğine bile ulaşamıyor, bütün mesaimizi kâğıt-kürek işi yaparak ve ast-üst ilişkilerine odaklanarak geçiriyoruz."İnsanı merkeze almayan yaklaşım mı olur kardeşim"diye yapısalcıları topa tutuyoruz ama çalışanlarımıza bir makinenin parçaları gibi davranmaya devam ediyoruz. Bir yandan Daimicileri ve Esasicileri gelenekçi olmakla suçlayıp değişim naraları atarken, bir yandan da her türlü riskten uzak duruyoruz."Bir örgütte en önemli şey herkesin kendisini iyi hissedeceği bir iklim oluşturmaktır"diyor Griffin."İklim olmadan yapı da süreç de çalışmaz"diye de ekliyor. Okurken"Helal olsun, adam çözmüş bu işi!"diye kafa sallıyoruz.