Yılmaz Güney'den Sezai Karakoç'a...

Son zamanlarda öyle "cenaze cemaatlerine" muttali oldum ki Lübnan'dan minik bir panorama gibi. Bir falanjistler eksik, o derece.
Sonra da imam sorunca hep bir ağızdan terennüm ediyorlar: "İyi bilirdik..."
Gidenler "iyi" de, ya kalanlar
Birçoğu birbirini uzaktan görmeye tahammül edemeyecek vaziyette. Hayatın "şol göz açıp yummuş gibi" olduğunu en derinden hissedecekleri cami avlusu ve cenaze namazında bile vaziyetlerinde milim değişiklik yok.
Bu denli "değişik zamanlardan" geçtiğimiz bir dönemde, dünya görüşleri birbirine zıt insanların "ortak kahramanlarından" söz etmek, biliyorum biraz tuhaf kaçacak!
Ne ki tuhaf da olsa bir zamanlar gerçekten böyleydi.
Mesela, Yılmaz Güney solcuların da sağcıların da kahramanlarındandı. Filmlerini birlikte alkışlarlardı. (Yeni yetmeler bilmez; eskiden kimi sahnelerde alkış tufanı kopardı.)
Eskiden "Çirkin Kral" dendi mi akan sular dururdu. Devran değişti, "terkip" parçalandı; "Çirkin" bir yana, "Kral" bir yana düştü. (Terkip veya tamlama baki kalsaydı, aldığı ödülü Yılmaz Güney'e adayan Nur Sürer linç yemezdi.)
Devrimci solcular, sosyalistler Yılmaz Güney sinemasında halkın ezilmişliğini gördü... Sağcılar başkaldırıyı, yiğitliği, delikanlılığı... Muhafazakârlar da dervişliği, diğerkâmlığı.
Son dönem filmlerinin senaryoları dâhil tüm filmlerini izleyen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki söz konusu özellikler filmlerinde mebzul miktarda var.
Tamam, özellikle kadınlara karşı tavrı başta olmak üzere özel hayatı sorunluydu... Katildi; tereddütsüz şekilde bir savcıyı öldürmüştü... Devletin otoriter yapısına karşıydı... Burjuva devrimcisi addettiği Atatürk'e de simgesel eleştiriler getirmişti... Ve "Bağımsız Kürdistan" hayali vardı.
Lakin, bütün bunlar Yılmaz Güney filmlerinin Türk sinemasının yüz akı olduğu gerçeğini değiştirmez. (Avantür filmlerini yok sayıyoruz tabii.)
Bu arada, Yılmaz Güney Sineması'nı politik bulanlara da