O filmler de artık şehre gelecek

Kaç zamandır şundan bundan, gündem yoğunluğundan erteleyip durdum ama serde Yeşilçam tozu yutmuş olmaklığım var; daha fazla bekletemezdim.
Mukaddime niyetine, Atıf Yılmaz ustamızın "Söylemek Güzeldir" kitabından, dönemin ABD Başkanı Bush'un sinema salonlarımızda gösterilecek Amerikan filmlerinin yüzde 75'ten az olmamasını Turgut Özal'dan istediğini naklederek başlayayım.
Pardon, sinemalarda Türk filmi izleyen mi vardı ki demeyin.
"Ali Kaptanoğlu" takma ismiyle Şoför Nebahat'tan Ver Elini İstanbul'a kadar bir yığın senaryoya imza atan Attilâ İlhan bir defasında şöyle demişti: "Yeşilçam işe başladığı zaman, Beyoğlu'nda bir tek Taksim Sineması Yeşilçam filmi gösteriyordu. Diğerlerinin hepsi Amerikan filmi gösteriyordu. 1960'lara geldiğimizde Amerikan filmi gösteren tek sinema kalmıştı (...) Türk sineması, piyasadan Amerikan sinemasını kovmuştu..."
Gelgelelim, Türk sineması önce içeriden çökertildi; son yıllarda da dışarıdan adeta ümüğü kesildi.
Beyaz perdeye neyin yansıyacağına artık Güney Koreli Mars-Cinemaximum karar veriyor.

***

Pardon, cümlenin sonunda "veriyor" dedim ya, hemen düzelteyim: "veriyordu."
Zira, Sayın Birol Küle'nin başkanlığında Türkiye'nin yüz akı kurumlarından biri hâline gelen Rekabet Kurumu, "Ben bu düzeni bozarım" dercesine bu haksız rekabete dur dedi.
Dikkat isterim: MARS ve CJ ENM ortaklığına ilişkin süreç, bilet fiyatı ya da reklam süresinden ibaret değildi.
Gerçi mahut tekel, Türk sinemasında üretimden gösterime kadar tüm zinciri tekeline alarak bağımsız yapımları boğmakla kalmamış, sinema gelirlerinin büyük kısmını da yurtdışına taşımıştı.
Herkes de bunu kabullenmiş, "Yapacak bir şey yok; sinema piyasasında işler böyle..." deyip geçmişti.
Lakin temel mesele, hangi filmin ışığa kavuşacağı, hangisinin karanlıkta kalacağıydı.
Rekabet Kurumu, farklı seslerin de beyaz perdede gösterimi için kapıyı araladı; yani bağımsız filmcilere müthiş bir fırsat sağladı.