Ne yapmalı

İsrail'in Gazze soykırımının ardından Lübnan'a saldıracağı aşikârdı. Zira 2006'da Lübnan direnişine (Hizbullah) karşı aldıkları yenilgiden sonra tüm hesaplarını buna göre yapmışlardı.
Suriye'de 2011'den itibaren başlatılan "iç savaştan" İsrail'in Lübnan'da patlattığı çağrı cihazlarına kadar her şey bunun göstergesidir.
Kasım Süleymani'den Fuad Şükür'e, İsmail Haniye'den İbrahim Akil'e kadar İsrail'in düzenlediği tüm suikastlar için de aynı şey söylenebilir. (İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi İsrail değil ABD öldürdü demeyin sakın. ABD, İsrail'in siparişini yerine getirdi sadece. Yani, Süleymani cinayetinde ABD'nin rolü tetikçilikten ibaretti.)
Demem o ki...
Hizbullah'ın Gazze direnişine destek vermek maksadıyla gerçekleştirdiği "yıpratma operasyonları" söz konusu olmasaydı da vaziyet değişmeyecekti.
Ötesini söyleyeyim: Hizbullah, İsrail'e tek bir çakıl taşı bile atmasaydı saldırıya maruz kalmaktan yine de kurtulamayacaktı.
Bu sadece Hizbullah için değil sonuç itibarıyla bölgedeki tüm ülkeler için geçerlidir.

İsrail'in saldırılarına maruz kalmak için İsrail'e boyun eğmeyecek kadar güçlü ve dirayetli olmak yeterlidir.
Takdir edersiniz ki, nükleer güç olan İsrail, bölge ülkelerinin kendisine karşı "caydırıcı potansiyele" sahip olmasını asla seyretmez.
Elbette saldıracakları bölge ülkesinin eriştiği güç seviyesi, mahut saldırının zamanlamasında ve yönteminde belirleyici olacaktır.
Hedefe koydukları bölge ülkesini darbe veya iç savaş marifetiyle istikrarsızlaştıracakları gibi, ABD eliyle ekonomik olarak çökertme yöntemini de seçebilirler.
İsrail'in saldırganlığından emin olmak için (mesela) Fatih Altaylı veya Yılmaz Özdil dostumuz gibi Hamas'tan nefret etmek de yetmez.
Cemil Meriç'in efsane sözünü hatırlayalım: "Bütün Kuran'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!.."
Avrupa'nın gözünde buysak, İsrail'in hedefindeyiz demektir.