Mucize gibi

Çoğunuza "çocuksu" geleceğini tahmin ediyorum ama yine de kimi zaman şu soruya cevap ararken kendimi yakaladığımı itiraf etmek istiyorum:
Erken dönemlerinde Mağrip'ten Maşrık'a kadar hızla yayılan İslam dini ne oldu nasıl oldu da, üzerinden asırlar geçtiği hâlde tüm dünyaya hâkim olamadı
Başka bir ifadeyle, Müslümanlar neden asırlar boyunca neredeyse yerinde saydı
Hem de ilk dönemlerde iptidai olan iletişim- ulaşım günümüzde nanoteknolojinin imkânlarından istifade edecek kadar ilerlediği hâlde.
Bilinen cevapları az çok ben de biliyorum. Lakin hiçbiri tastamam mutmain olmama yetmedi.
Tam aksine, "Nerede yanlış yaptık, nerede yanlış yapıldı da o yanlışların 'laneti' yakamızı bırakmadı" misali daha da çocuksu sorulara düçar oldum!

Yanlışlar bir değil bin değil, biliyorum. Mesela, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı savsaklamak, inandığı gibi yaşamamak, güzel ahlakla donanmamak elbette büyük yanlışlardandır.
Fakat kastettiğim, "lanetine" maruz kaldığımız yanlış bunlar değil.
"İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötü olan lanetlenmiştir. Artmayan eksilir. Eksilen için ise ölüm daha hayırlıdır. Cenneti arzulayan hayırlı işlere koşsun..." şeklindeki rivayet edilen hadiste işaret edilen "iki günü birbirine müsavi olmak" yanlışı da değil.
Kuran-ı Kerim'in "Birbirinize düşmeyin, çekişmeyin, sonra zayıflarsınız..." ayetindeki uyarısına muntazaman uymamak günahı diyeceğim ama sanki çok daha derinlerde "ihanet" gibi bir şey var.
Verilen nimetlere nankörlük gibi, Kerbela gibi bir şey!

Yazıya başlarken sorduğum "çocuksu" soruya ne zaman cevap arasam aklıma nedense ilkin "Ey iman edenler, iman ediniz" ayeti gelir.
Bana öyle geliyor ki, iman edenlerin (hakkıyla) iman etmesi, iman etmeyenlerin iman etmesinden daha zordur.
Hatta mucize gereklidir.
Fakat ateşin yakmadığı İbrahim, Kızıldeniz'i ikiye yaran