Bunu tutuklayın, onu sevin
Fakire "yandaş" diyenlerin çoğu ya CHP'den milletvekili oldu ya da olmak için matine-suare kapıları tırmaladı ama başaramadı.
Şimdiye değin kimse için "Onu sevin" demedim. Bunlar, yolsuzluk iddialarını yan yana dizsek burdan Eyfel'e yol olacak adamlarını sevmekle kalmıyor, başta sanatçılar olmak üzere herkesi sevmeye icbar ediyorlar.
Aynı şekilde, hiçbir zaman hiçbir şekilde "Onu tutuklayın, buna mavi gökyüzünü dar edin" demek içimden bile geçmez, kadın ve çocuk cinayetlerinden başka.
Haliyle, sosyal medyadaki "Yakalayın... Tutuklayın...Kapıları tutun, kaçmasın..." yollu histeri nöbetlerinin bende hiçbir karşılığı yok. Elbette suçlular kaçsın demiyorum. Merhametli olmak "Şeriatın kestiği parmak acımaz" ilkesini savsaklamayı gerektirmez.
Lakin gönlüm ister ki kimse suçlu çıkmasın, şu üç günlük dünyada mahpus damında ömür tüketmesin. Hele ki mahkumların çoluğu çocuğu, anası babası hapishane kapılarında kalmasın.
Hiç unutmam, rahmetli kardeşim Ahmet Kekeç'le birlikte yaptığımız bir televizyon programına Şamil Tayyar'ı konuk almıştık. Şamil de bugünkü gibi değil, en "gözde" gazeteciydi. Ergenekon ondan sorulurdu, o derece. Allah'ı var, ağzı da çok iyi laf yapardı. Dedikleri de hep çıkar; alınacak dediği gözaltına alınır, tutuklanacak dediği derdest edilirdi. Tam bir fenomendi. Üstelik cesur ve müdanasızdı; paşalar dahil kimseden çekinmezdi. Mezkûr programda da kaptırıp gidince, "İnsanların tutuklanmasından mutlu olmuyorsun değil mi" demekten kendimi alamamıştım. O da hiç beklemediği bu soruya şaşırmış, "Tabii olmuyorum..." demişti.
Ne günlerdi.
Kuddusi Okkır'a reva görülen muamele başta olmak üzere Ergenekon kovuşturması dolayımdan kimi haksızlıklara karşı çıktığım için bizzat kendi mahallemden zılgıt yemiştim.
Fakat yeri geldiğinde (ki nedense hep netameli günlerde tebarüz edecek şekilde) Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti'ye karşı bile lafını hiç sakınmayan Bülent Arınç'ımızdan hiç ses çıkmamıştı. Tam aksine, FETÖ'cülerin suikast bahanesiyle kendisini kullanıp "kozmik odaya" girmesine vesile olmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a üniversite diploması üzerinden yıllar yıllı kollektif itibarsızlaştırma yapıldığında (aklımda kaldığı kadarıyla gıkı) çıkmamıştı. Ama İmamoğlu'nun "diplomasını" geçen gün adeta göğsünü siper edercesine savundu.
Bülent Bey çok hassas çok duygulu bir insan, hiç üzmek istemem.
Zaten herkes onu üzüyor.
Fetullah'la da en yakınlarıyla da görüşecek kadar içli dışlıydı ama FETÖ'cüler ondan pek hazzetmezdi. "Küçük Erbakan" denilecek kadar Erbakan'a yakındı ama Saadet Partisi'nden ayrılıp AK Parti'ye geçtiğini haber alan merhum Erbakan, "Biz ondan çok çektik, bırakın biraz da Tayyip çeksin" demişti. (Merak etmeyin ravim sağlam.) Kadir Mısıroğlu'nun demesine bakacak olursak "Atatürk için gözyaşları dökmüştü" ama Atatürkçüler de onu sevmez. PKK dolayımında "Ben de olsam dağa çıkardım..." demişti ama PKK muhipleri de ondan hoşlanmaz.
Sizin anlayacağınız bir nevi Rasim Ozan Kütahyalı vaziyeti.
Bir farkla ki, kimsenin kendisini sevmemesi Rasim'in umrunda değil. Dahası, "Beni ailem seviyor, başka sevgi istemem..." diyerek, kendisini sevmeyenlerin patolojilerine giriş denemesi yapıyor kerata.