Hür iradenin olmadığı yerde, davranışları düzenleyen kuralların da anlamı kalmaz.
Sebep sonuç ilişkisini reddetmek ile hür iradeyi reddetmek kol kola yürüyen iki anlayıştır.
Determinizme göre, eğer yaşadığımız her noktasal ân bir öncekinin sonucu/ürünüyse, olan her şeyi belirleyen tek sebep, o noktasal anların ilkini tetikleyen olmalıdır.
Öyleyse sebepler üzerine kafa yormaya da gerek yoktur. Sebep malumdur. Olacak olan her şey en baştan tayin edilmiştir ve biz ne yaparsak yapalım o şekilde gerçekleşecektir.
Bu yol kaçınılmaz şekilde hür iradenin reddine, konformizme ve cebriyeciliğe çıkar.
Maalesef, özellikle Orta Doğu coğrafyasındaki Sünni toplumlarda yaygın kabul gören bu varlık tasavvuru, birçok pratik problem üretiyor.
Bunların en başında da, modern anlamda bir "halk" bilincinin ortaya çıkamaması geliyor!
Suudi Arabistan, Umman, Ürdün, Katar, Dubai gibi ülkelerde demokrasi ikliminin bir türlü oluşamamasının sebeplerinden biri de bu anlayış.
Bakara suresinin 258. ayetinde Nemrut'un nasıl Tanrılık iddiasında bulunduğu anlatılıyor.
Tefsirlere göre Nemrut, zindana attırdığı iki mahkumu getirtiyor. Birinin başını kesip, diğerini serbest bırakıyor. Sonra, "benim rabbim yaşatır ve öldürür" diyen Hz. İbrahim'e, "Gördün mü Ben de yaşatıyor ve öldürüyorum" diyor.
Burada dikkat çeken, Tanrı'ya öykünen hükümdarın dünyasında "sebep" diye bir şey olmaması!
Bu adamları hangi suçtan (sebepten) zindana attın, neden birinin başını kestin de diğerini serbest bıraktın diye sormak yok.
Layüsel, yani sorgulanamaz bir yeryüzü tanrısı var.
Nemrut herhangi bir hesap verme ya da kurala uyma mecburiyeti hissetmiyor!
Çünkü Tanrı olmak böyle bir şey!
Buna karşılık Hz. İbrahim, "benim tanrım güneşi doğudan doğurup, batıdan batırır… Gücün yetiyorsa bunu değiştir" diyor.
Güneşin doğudan doğması Allah'ın koyduğu bir tabiat kuralı... İnsanla Allah arasında değişmez bir sözleşme.
Tabiattaki "nedensellik" de o değişmez sözleşmenin kurallarından biri.
Fâtır suresinin 43. ayetinde Allah, koyduğu kurallarda asla bir değişme, sapma bulamayacağımızı söylüyor.
Fakat burada teolojik bir problem doğuyor: Kendi koyduğu kurallar da olsa, "kurallarla bağlı" bir Tanrı nasıl kâdir-i mutlak olabilir
Teolojide bu problem, "Allah tabi ki hiçbir kurala uymak zorunda değil ama kendi vaadini tutmayı ve adil olmayı seçtiği için kurallara uyuyor" denerek aşılmaya çalışılmış.
Gel gör ki "tanrının yeryüzündeki gölgesi" gibi sıfatlarla anılmaya bayılan hükümdarlar, aynı lütfu göstermek zorunda hissetmiyorlar kendilerini.

19