Sağlıklı olduğu halde öğrenciye hasta taklidi yaptıran değil, hasta olduğu halde öğrencinin gitmek istediği okullara ihtiyacımız var!

Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şahin Bülbül ile öğretmeni, okulu, çocukları konuştuk."Biz eğitimciler, çocuk evlerindeki misafirleriz ve onlara(çocuklara) öğrenme konusunda liderlik edecek tasarımlarımızla varlığımızı sürdürebiliriz.""Öğretmen varsa umut vardır çünkü öğretmen; insanın değişebileceğine inanır. Koşarak kaçan çocuklar aslında derslerden değil, bizim insana uymayan eğitim sistemimizden kaçıyorlar. Öğrenen herkes birinci olmasa da kazanır; öğrendikleriniz kazançtır. Hiçbir çocuğun ağlamadığı, üzülmediği, kendini kötü hissetmediği, umutla yarına baktığı ve güven içinde ürettiği, tasarladığı okullar, tüm eğitimcilerin hayalidir."Okullar, çocuklarımızın en çok zaman geçirdiği mekânlar ve maalesef artık okullar çocuklarımızı yeterince hayata hazırlamadığı gibi onlara "okullara hazırlayan bir hayat tarzını" zorluyoruz. Okulun duvarlarla çevrili mekânlar olmanın ötesinde sistem demek olduğunu, bu sistemin en önemli parçasının etkileşimli tahtalar değil de öğretmenler olduğunu bilen bir akademisyen olarak mutsuz bir öğretmen gördüğümde aslında yıkılmış bir okula bakıyormuşum gibi hissediyorum. Öğretmen varsa umut vardır çünkü öğretmen; insanın değişebileceğine inanır.Öğretmenin en önemli özelliği "insanla çalıştığını" bilmesidir. Bilgiye erişim birkaç tıklama ile artık mümkün ama bilgiye ulaşmanın itici gücü olan merak halen öğretmenlerden öğreniliyor, öğretmenler merak fitilini ateşliyor. Bir öğretmenin sınıfa girerken "bakın çocuklar sizlere ne anlatacağım" diyerek girmesi ve o heyecanını aktarması ne kadar önemli. Öğrenciler, zamanla meraklı, çalışkan ve iletişim gücü yüksek öyle bir öğretmeni tanıdıkları için ne kadar şanslı olduklarını anlayacaklardır.Okul denilince ne anlamalıyızİmkânım olsaydı "okul" kelimesi yerine "çocukevi" derdim. O zaman mekânın gerçek sahibinin kim olduğu daha net anlaşılırdı. Çocuklara uygun masa, sandalye ve kitaplar ile çocuklara uygun bahçe ve oyunlar olmalıdır çocukevinde. Kurallarını ve programı kendilerinin seçtiği, kendi öğrenme hızlarında öğrendikleri çocukevlerini ne zaman kurarız acabaSırtında ağır bir çanta ile sabahları okula gidip akşamları evine dönen çocuk için eğitim; "anlamsız bir çaba". Çantasında taşıdığı ise eğitim sisteminin plansızlığının bir göstergesidir. İnsan, bir konuda derinleşmeye başladığında düşünme gücünün farkına varır ama her konudan az az öğrenmek demek hiçbir konuda derinleşememek demektir. Biraz acılı, biraz tatlı, biraz ekşi ve biraz tuzlu yemek nasıl "karın ağrısına" neden olursa biraz matematik, biraz sosyal, biraz beden eğitimi ve biraz İngilizce dersi görmekte toplumsal bir "zihin ağrısına" neden olur. Bu çocuklar neden yabancı dil öğrenemiyor, neden matematik yapamıyorlar, neden haritaları okuyamıyorlar gibi onlarca soru aklımıza gelir. Sebebi derslerin odaklanamayacak kadar kısa olmasıdır. Yabancı bir ülkede sürekli dil öğrenen kişinin odaklanma problemi olmadığı gibi şehir haritası ile bilmediği bir şehirde dolaşan gençler de harita okumayı odaklanarak başarabilir. Dilin yapısını çözmek aylar ve hedeflenen yere ulaşmak saatler alabilir. Anlamlı bir öğrenmenin süresi; görev bitene kadardır. Derslerin süresi de anlamlı öğrenme gerçekleştirinceye kadar olmalıdır. Okulun dağılma zili çaldığında maraton koşucusu gibi çıkışa kilitlenen çocuklar da gördüm, zil çaldığı halde tahtaya yazılan problemi çözmek için tartışmaya devam eden öğrenciler de gördüm. Dersin süresi; anlaşma ve anlama sağlanıncaya kadardır. Koşarak kaçan çocuklar aslında derslerden değil, bizim insana uymayan eğitim sistemimizden kaçıyorlar.Okullar ile Hipodromların arasındaki şaşırtıcı benzerlikler nelerdirBirinde atlar diğerinde çocuklarımız yarışır. Atlar yarışmayı çok severler ama yarış istedikleri zaman biter. Hipodromdaki yarış, toplum istediğinde (mesafe veya zaman) biter. O nedenle kamçı kullanılıyor. Doğal yolla koşmak, yarışmak istemeyen atlar kendilerini koşmak zorunda hissediyorlar. Okullarda da yarış var. Çocuklar yarışı sever ama kendi tempolarında olursa. Tehdit ve şiddet olursa yarışa devam ediyor ama okullarımızda kamçılanan yarış atları istemiyoruz. Özgürce koşsunlar, yorulunca dursunlar ve koşmaktan, öğrenmekten hiç bıkmasınlar istiyoruz. Bizim için birincinin kim olduğu değil, yarış esnasında arkadaşı düştüğü için geri dönüp arkadaşını kaldırmasının daha önemli olduğunu öğretecek bir eğitim sistemini hayal ediyoruz. Koşarak geçemeyeceğini düşünen yarışçıların rakibinin ayağından tutmasını, arkadaşlarını şikâyet etmesini istemiyoruz.Artık sınav başarısının, hayat başarısı yanında önemsiz olduğunu fark etmeliyiz. Hiçbir bilim insanı ya da sanatçı bir sınav için proje üretmemiştir. Merak edip araştırmış ve anlamlı-tutarlı yapılar gözlemleyip insanlıkla paylaşmışlardır. At yarışlarında tek bir kazanan oluyor, aylarca harcanan emek, ikinci olduğunuzda görünmüyor. Oysa öğreniyorsanız kazanıyorsunuz demektir. Öğrenen herkes birinci olmasa da kazanır; öğrendikleriniz kazançtır. Hiçbir çocuğun ağlamadığı, üzülmediği, kendini kötü hissetmediği, umutla yarına baktığı ve güven içinde ürettiği, tasarladığı okullar, tüm eğitimcilerin hayalidir. Çocukluğumuzdan beri biliyoruz; çok hızlı koşan tavşan değil, bir amaç uğruna sürdürülebilir bir hızda ilerleyen kaplumbağa kazanır!Özel gereksinimli çocukları eğitim sistemine yük görenlere ne demek istersinizElimden gelse her okula bir görme engelli, bir işitme engelli, bir öğrenme güçlüğü olan öğrenci ve bir bedensel engelli öğrenci bulundurmasını zorunlu kılardım. Görme engelli öğrenci sistemin daha dokunsal ve işitsel olmasını sağlar ki bu tüm çocukların işine yarar. İşitme engelli çocuklar okulun daha görsel olmasını sağlar ki bu da tüm çocukların işine yarar. Bedensel engelli çocuklar ile okul tüm çocuklar için erişilebilir olur ve öğrenme güçlüğü olan çocuğa öğretmeyi başarabilirsek tüm çocuklar daha iyi öğrenir. Tüm faydacı yaklaşımlardan öte, insanın diğer insanların farklılıkları kabullenebilmesi "kendisini tanıması" anlamına gelir ki Sokrat'tan beri tüm