Newtoncu eğitim kurumlarında kuantum neslini yetiştiremeyiz

Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Emre Er ile eğitimimizi konuştuk. "Eğitimde değişim teknik olarak kolay ancak sosyal olarak zor bir konudur. Öğretmen bir öğretim makinesi olmadığı gibi masa başında üretilen teknik detaylar ile şekil verilecek birisi değildir. Ülkemizin eğitim sistemi maalesef bütün paydaşlarını nesneleştiriyor. Özne olma, kimlik sahibi olma konusunda insanları cesaretlendirmek bir yana cezalandıran bir eğitim sistemine sahibiz maalesef. Okul ve toplum arasında bir uçurum oluştuğunu söylemek mümkün.""Demokrasinin zayıf olduğu yerlerde temel bilimler gelişebilir ama özgür düşünme ve düşündüğünü ifade etmeye gereksinim duyulan sosyal bilimler gelişemez. Eğitim kurgumuz birleştirici özelliğini kaybettiği gibi tekleştirici ruhunu güçlendirerek koruyor. Newtoncu kurumlarda kuantum neslini yetiştiremeyiz. Okul yöneticileri ve öğretmenler büyük ölçüde sahada yalnızdır. Çok zaman ve enerji kaybedilmiş olsa da eğitimde dönüşüm ve yeni bir eylem yaratmak bence hala olanaklı."Türkiye'de eğitimin size göre öncelikli sorunları nelerdir Hangi alanlarda değişim yapılmasını daha uygun görüyorsunuz Öncelikle eğitimde karşılaştığımız sorunları iki başlık altında ele almak mümkün. Yapısal ve işlevsel sorunlar. Elbette bu iki tip sorunun birbirini etkileme potansiyeli taşıdığını da söylemek mümkündür. Ancak genel olarak yapısal sorunlar daha kronik ve uzun zaman yayılmış konularla ilgili. Öte yandan işlevsel sorunların önemli bölümü iyi yönetim ve liderlik sorunu olarak görülebilir. Aslında liderliği bu anlamda kaynak yaratma becerisi olarak değil mevcut kaynakları etkili kullanma becerisi olarak görebiliriz.Hocam eğitimde uzun süredir reform tartışmaları yaşandı ve birçok değişim hayata geçirildi. Sizce eğitimde değişimin odağında neler yer almalıdırEğitim bilimleri alanında değişim konusunu çalışan çok etkili araştırmacılardan birisi Michael Fullandır. Özet bir biçimde der ki eğitimde değişim teknik olarak kolay ancak sosyal olarak zor bir konudur. Aslına bakarsanız en iyi eğitim reformunun bile gücü sınıfın kapısına kadar sürer. Kapının ardında neler yapılacağını belirleyen konu teknik olmaktan çok sosyal bir fenomene dönüşür. Öğretmen bir öğretim makinesi olmadığı gibi masa başında üretilen teknik detaylar ile şekil verilecek birisi değildir. Bunun yerine değişimin bizzat onu uygulayacak aktörlerin ürünü olması gerektiğini söylemek mümkündür. İçinde yaşadığımız ülkemizin eğitim sistemi maalesef bütün paydaşlarını nesneleştiriyor. Özne olma, kimlik sahibi olma konusunda insanları cesaretlendirmek bir yana cezalandıran bir eğitim sistemine sahibiz maalesef. Elbette bu toplumsal ve kültürel de bir konu. Ancak maalesef eğitim pratiklerimiz bireyin kendini anlaması ve ifade etmesini desteklemiyor. Malum toplum bir dönüşüm içerisinde. Talepler ve beklentiler farklılaşıyor. Ancak okul bunun gerisinde kaldığı için okul ve toplum arasında bir uçurum oluştuğunu söylemek mümkün. Dünyada başarılı eğitim reformlarının arkasında hep daha katılımcı, demokratik ve güçlendirici uygulamaları görebiliriz. Öğretmenlerin resmi talimatlarla yönetildiği ve bürokratik beklentilerin öne çıktığı bir sınıfta yaratıcılık yerine kalabalığa uyma ve nihayetinde eğitim yerine propaganda yapıldığına şahit oluruz. Benim çok benimsediğim bir tanımlama var, demokrasinin zayıf olduğu yerlerde temel bilimler gelişebilir ama özgür düşünme ve düşündüğünü ifade etmeye gereksinim duyulan sosyal bilimler gelişemez. Bu hep böyle olmuştur. Daha çok özgürlük daha çok düşünceyi getirir. Bu anlamda matematik seferberliği, yabancı dil veya Türkçe seferberliği gibi uygulamalar oluyor zaman zaman. Tam olarak neye yaradığını anlayamadığımız gibi birbirinden kopuk ve ortak bir amacı olmayan bu tür uygulamalar ile maalesef hepimiz reform yorgunu oluyoruz. Ek olarak seferberlik sözü maalesef eğitimin günümüzdeki ruhuna o kadar aykırı bir kavram ki. Emir-komuta ve talimat zinciri ile yapılan işler eğitimde yarar getirmek bir yana daha büyük zararlar getiriyor. Maarif ordusu, Eğitim neferleri, eğitim seferberliği gibi sözler, eğitime ilişkin güncel çalışmaları yanlış anladığımızı ortaya koyuyor. Birbirine benzeme yarışı olarak gördüğümüz eğitim oysa çoktan birbirinden farklılaşma ve fark-değer yaratacak malhizmet üretmeyle ilişkilendiriliyor. Demode tanımlara ve arkaik bakış açılarına bakmaktan ve yorumlamaktan üzülerek belirtmem gerekir ki günümüzü ıskalıyoruz.Peki müfredata ilişkin iyileştirme ve reform çalışmaları da sizce bu konuyla ilişkili mi Elbette müfredatın işlevi ve değiştirilmesi konusu da oldukça kritik. Dewey'den bu yana bir tartışma var mesela. Unityunifomity sorunu. Eğitimde birlik ve teklik diye çevirmek mümkün. Eğitim kurgumuz birleştirici özelliğini kaybettiği gibi tekleştirici ruhunu güçlendirerek koruyor. Demek istediğim şu aslında. Her ulus devletin eğitimde birleştirici bir söyleme ve ulus inşasına ihtiyacı vardır. Fransız devriminde özellikle bütün yurdun mektep olması kavramı kullanılır. Zira her büyük devrim vatandaşlarını öğrenci olarak görmeye başlar. Ancak demokratik zemin genişledikçe bu öğrenci-vatandaş konsepti yerini eşit hak temelli yurttaşlara bırakır. Türkiye'de bu oldukça sorunlu bir alandır. Müfredat hem geçmiş, bugün ve gelecek konusunda oldukça çelişkili bir bakış açısına sahiptir. Yaşayan en büyük eleştirel eğitim düşünürü Apple'a göre müfredatta hangi bilgilerin yazıp yazmadığı bilimsel açıdan değil ancak politik açıdan değerlidir. Yani bir bakıma resmi bilgi diyebileceğimiz müfredat aslında devletin egemenlik alanlarını bilgi bağlamında nasıl tanımladığı ile ilişkilidir. Daha somut bir örnek vermek gerekirse evrimin lise biyoloji kitaplarında anlatılması ya da anlatılmaması bilimsel açıdan değil ancak politik açıdan tartışılması gereken bir konudur. Benim müfredat ile ilgili en büyük eleştirim katı bir pozitivist bakış açısının hala hakim olmasıdır. Ders kitabı, içerik ve bunların nasıl sunulduğu öğrenciye duyulan saygının da bir göstergesidir kanımca. Bu anlamda üzülerek belirtmem gerekir ki yeterince özenli değiliz bu konuda. Öte yandan bu pozitivist mutlaklaştırıcı bakış açısı maalesef zehirlidir. Comte'un az bilinen İslamiyet ve Pozitivizm kitabı bile vardır mesela. 20. Yüzyılın siyasal dinleri arasında sayılabilecek pozitivist bakış açısının bugün dikkate alınması edilmesi gerçekten üzücüdür. Böyle bir ortamda matematik okuryazarı, fen bakış açısı ve analitik bir sosyal bilim düşüncesi geliştirmeniz oldukça zordur. Sıra dışı öğretmenler veya sıra dışı öğrencilerin oldukça büyük maliyetlerle temel bilimsel terbiyeyi kazandıklarını görmek mümkün maalesef.Eğitimde mevcut sorunlar için- hem yapısal hem işlevsel- çözüm önerileriniz nelerdirBen sanılanın aksine artık dibi gördüğümüzde değil geleceğe ilişkin umut hissettiğimizde değişeceğimize inanıyorum. Size birçok davranışsal ekonomi ve sosyal psikoloji çalışması sayabilirim ve bunlar özet olarak insanların maddi olmayan özendiricilerden fazlaca etkilendiğini vurgulamaktadır.