Yeter ki iste...

Levent, o sabah kahvaltıdan sonra altınları yeniden saydıktan sonra keseye koyarken, planını hanımına seslendirdi:
- Altmış beş yaşıma geldiğimde hacca gideceğim.
Karısı mırmır dudak hareketleriyle hesap yapmaya başladı:
- On bir, yok, on iki sene sonra yani
- Evet, dedi Levent, 2017 senesinde

Taksi şoförü Levent, hac için biriktirdiği altınları götürüp, kuyumcu Alâattin abiye teslim etti.
- Abi, ihtiyacım olsa ve gelip senin karşında diz çöküp yalvarsam bile bu altınları on yıldan önce bana vermeyeceksin, söz mü Bak, ne diyorum; evim yansa bile 2017'nin hac mevsimine kadar asla Cahit gelsin ona da söyleyeceğim. (Kuyumcunun yanında çalışan delikanlı.) Nerede Cahit
- O bugün erken çıktı, kaynanasını otogardan alacakmış.
- Abi evde tutsam ne olur ne olmaz. Ha bu arada, sen bunları kendi altınlarına karıştırabilirsin, dilediğin gibi kullanabilirsin.

İnanılmaz bir zamanlamayla, Levent Kır'ın altmış beş yaşına basmasına sadece dört gün kala (8 Mart 2017), kuyumcu Alâattin Harmancı bir beyin kanaması sonrası bitkisel hayata girdi.
İstanbul'a yağan az miktardaki karın içinde kalan arabasını temizlemeye koyulmuş. Terlemiş. Dükkâna girmiş, Cahit'e "Boynum ağrıyor" demiş. Biraz sonra düşmüş.
Levent paniklemedi, yangın yapmadı ama hem dostuna hem hac adağının sekteye uğramasına çok üzüldü.
Alâattin Bey'in iki yıl önce hanımı ölmüştü. İki oğlu vardı; biri Kanada, diğeri İskoçya'da yaşadığı için hemen hemen hiç tanışmamıştı Levent.
Bir gün "Alâattin abi hayat kısa, çocuklarınızdan uzak yaşamak zor değil mi" diye sormuş, kuyumcu "Şimdi görüntülü konuşmalar var, hasret çekmiyoruz" demişti hatta.

Taksideki müşteri cep telefonuyla oyalanırken, yeniden kuyumcuya verdiği altınları hatırlayınca, bir Müslüman'a yakışır şekilde sitem etti Levent:
"Kabahat bende, demek ki hac meselesinde yeterince samimi değilmişim."

Genç emekli Levent Kır, günlerini hareketlendirmek için çalıştığı ticari taksideki müşteriyi Ulus'a bıraktı; tekrar Yeşilköy'e doğru dönecekti. Sürekli dinlediği radyoyu açtı.
Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin hayatı vardı radyoda.
O büyük zat şöyle diyordu:
"Alan sensin, veren sensin, kılan sen,
Ne verdinse odur, dahi nemiz var."
Birden direksiyonu Boğaz yoluna kırdı. Şehitler Köprüsü'nden Anadolu Yakası'na geçip, Üsküdar'a saptı.