İşte bizim hikâyemiz

İsmin neydi oğlum senin

Halûk efendim.

Maşallah

İsmime mi

Hayır cismine

Özel bir diyaliz merkezinin koridorundayız.

İki hasta kadının ortasındaki koltukta oturan Halûk, sağında uyuklamakta olan annesinin yüzüne eğildi; uyuduğunu görünce soldaki meraklı hanıma döndü:

Neden öyle dediniz

İki haftadır, üçer gün buraya geliyoruz. Sana dikkat ediyorum, annenin üzerine titriyorsun. Diyalize hazırlarken, indirip kaldırırken bir mücevheri taşır gibi dikkatli ve ilgilisiniz. Bunun için maşallah dedim.

Hâluk tebessümle konuştu:

Ondan başka kimimiz var ki

İşin gücün, karın, çocuğun yok mu senin

Bekârım. İşim var ama annemden önemli değil. Bunlar fırsat zamanları

(Tekrar annesine bakarak sesini alçalttı.)

Yarın, öbür gün kaybedersek pişmanlık işe yaramaz.

Ne iş yapıyorsun

Su şefiyim (Sous Chef).

Nedir o Ne yaparsın yani

Bir otelde aşçı yardımcısıyım efendim.

Benim bir oğlum, iki kızım var ama gördüğün gibi yalnız başımayım. Onun için maşallah diyorum bir kere daha.

Serpil Hanım haksız sayılmazdı.

Salı, perşembe, cumartesi diyaliz günleriydi ve iki haftadır devam ediyordu. Kadın, bu günler hep ambulans görevlilerinin indirip bindirmeleri ile diyaliz merkezine gelip gidiyordu.

Hülya Hocaoğlu ise kendisi için yıllık izne çıkan en büyük oğlu Halûk sayesinde el bebek gül bebek tedaviye geliyordu.

O günkü diyaliz uygulaması sonrası oğlu Halûk, annesi Hülya Hanım'a:

Anneciğim siz oturun, ben arabayı alıp geleyim, dedi ve dışarı çıktı.