Baler

İstanbul'da iki tane Arnavutköy var.

Biri, Boğaz'ın Avrupa Yakası sahilinde, Beşiktaş ilçesinin sınırları içinde, köklü ve tarihî yapısı ile ünlü bir mahalle. Kuruçeşme ile Bebek arasında.

Diğeri, ilk olarak Balkanlardan mübadele yolu ile gelen Türklerin yerleştiği, ismini bir Arnavut köylüden aldığı söylenen, bugün artık büyük bir ilçe. Çatalca'ya komşu.

Hah, bu ikincideyiz.

Çünkü Avşaroğluların çiftliği burada.

Şentürk Avşaroğlu, Karslı bir ayakkabı imalatçısı. Babadan kalma fabrikası ve kendisinin daha da parlattığı markası ile hâli vakti yerinde.

Büyükçekmece'den Çatalca'ya giden yolun solundaki fabrika ve Yeşilköy'deki villadan arta kalan zamanlarını bu çiftlikte geçiriyor.

Şentürk abi, özellikle cumartesi akşamları geniş bir "sülale gecesi" yapıyor. Neredeyse yüze yakın ihtiyar, orta yaşlı, genç ve çocuk akrabasına yemek veriyor.

Kahramanımız, bu çiftlikteki on bir çalışanın sonuncusu:

Baler.

- Baler ne be, diye sormuştu Şentürk abi, iş istemeye gelmiş, karşısında edeple ve mahcubiyetle duran delikanlıya.

Yaklaşık iki ay önceydi.

- Tatlı dilli, cana yakın demekmiş efendim. Rahmetli dedem vermiş.

Elhak, öyleydi. Hanımı kendisini terk ettiği için, annesi ve sekiz yaşındaki kızı ile Esenyurt'ta bir gecekonduda yaşayan Baler, gerçekten de mahcup, efendi, güler yüzlü ve ezilmeye müsait bir garibandı.

Şentürk Avşaroğlu, o sabah Kâhya Hayati'yi çağırıp, hemşehrisi Baler'i ona teslim etmişti.

"Eşek olursan semer vuran çok olur" diye bir söz var gerçi ama yeter ki iş olsun, Baler gönülden çalışmaya razıydı.

Kâhya Hayati de bu ezikliği çabuk sezmiş, bütün hayvanların bakım ve temizliğini ona yüklemişti.

Baler, işini gönülden ve güler yüzle yapıyor, bütün hayvanlar evladıymış gibi şefkatle bakıyordu.

Esenyurt'tan Arnavutköy'e gidiş geliş epey zor olsa da zamanında işinin başında oluyordu.

Şentürk Avşaroğlu bir akşam, üst kattaki elbise dolabının içinde, duvara monte edilmiş çelik kasasını düzenlerken, eline bir zarf geçti.