Nev'i şahsına münhasır

Sohbet ettiği adam, kitap çıkarmakla uğraşan birkaç kişiyi övdükten sonra, "Onlar kendilerini meşhur etti, fakat siz..." deyince, şu cevabı verir: "Bu tabii bir neticedir. Zira biz bilmek için okuduk, onlar bilinmek için okudular." Kitaplarını ve diğer antika koleksiyonunu gözü gibi sakınırdı, konağın hemen girişindeki levhalar arasında şu levha hemen dikkati çekerdi:

Her kime verdimse zâyî ettiler. Tevbe ettim âriyet ben kimseye vermem kitâb. Takıntılı bir adamdı. Bir yere gittiği zaman mutlaka kapıda karşılanmasını beklerdi. Karşılama yoksa çekip giderdi. Gittiği yerde ev sahipleri yedirip içiriyor, hatta bekar olduğunu bildikleri için kendisini savuştururken eline, içi yemek dolu torba tutuştururlardı. Kendisi buna o kadar alışmıştı ki, evsahibinden böylesi bir ikram gelmediğinde "Biz gelirken elimiz boş gelmemiştik..." diye sitem ederdi. Peynirden nefret ederdi, hatta küfredip "Peynir, sütün veled-i zinasıdır" derdi. Süleyman Nazif ve Yahya Kemal'in müştereken söyledikleri söz, onu çok güzel tanımlar:

Haberin Devamı

"Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine!" İstanbul eski vali ve belediye başkanlarından Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, onunla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: "Valiliğim sırasında bir gün Celal Bayar, Adnan Menderes ve bazı bakanlar İstanbul'a geldi. 'Efendi hazretlerini buraya getir de kendisiyle bir de yüz yüze görüşelim' diye haber gönderdiler. Derhal gidip durumu kendisine arz ettim. Sinirli ve öfkeli bir tavırla, 'Ben o heriflerin ayağına gitmem' dedi. Israr ettim; yalvardım, yakardım, sonunda ikna ettim. Bin naz ile ve söylene söylene Florya Deniz Köşkü'ne götürdüm. Yenilip içildikten sonra sohbet faslı başladı. Bir ara Celal Bayar, şöyle dedi:

Efendi Hazretleri! 'Son Sadrazamlar' adındaki eserinizi okudum, hakikaten güzel yazmışsınız. Lakin hep Osmanlı döneminin sadrazamlarını, devlet adamlarını anlatıyorsunuz. Bir eser daha kaleme alsanız, orada da Cumhuriyet devri başvekillerini, cumhurbaşkanlarını tanıtsanız acaba nasıl olur Hazret, karşısındakinin cumhurbaşkanı olduğunu düşünmeye bile gerek görmeden "Kim o herifler" diye sordu ve konuşmasına şöyle devam etti:

Haberin Devamı

"Ben son sadrazamları yazarken öyle rastgele hareket etmedim, hepsini yakından tanıdım. Kimisinin hizmetinde bizzat bulundum, kimisiyle birlikte görev yaptım. Merhum babam sayesinde birçoğunun aile mahremiyetine kadar sokuldum. Meziyetlerine, kusurlarına, bir aile ocağı samimiyeti içinde şahit oldum. Onlarla düştüm onlarla kalktım. Halbuki yenileri tanımıyorum. Zaten yazılacak yönlerinin bulunduğuna da inanmıyorum. Hem eskiden bir adam sadaret makamının çıkacağı zaman belli bir kademeden geçer, belli bir merhale kat ederdi. Mesela önce vali olur, sonra nâzır (bakan) olur, derken sadrazamlığa kadar yükselirdi. Şimdi öyle mi Ne idiğü belirsiz bir adam, beklemedik bir anda milletin başına geçiyor. Sonra o yeni çıkma şahıs, âlimi, ulemayı ayağına çağırıyor!"