Şehir ve bahar

"Ruh-bahş oldı Mesiha-sıfat enfâs-ı bahar Açdılar didelerin h'ab-ı ademden ezhar"1 Kadim edebiyatımızda baharın çok mühim bir yeri vardır. Şairler ve edipler için bitip tükenmez bir ilham kaynağıdır bahar; bazen "cünun eyyamı2" , bazen "hâb-ı adem3"den uyanış zamanı olarak görülür. Bahardan söz edilerek, tabiatı harekete geçiren dirilişe işaret edildiği gibi, bazen toprağın sinesine cemre düşmüş gibi, gönlüne düşen aşk şulesiyle yanıp tutuşan aşığın halleri, bazen, yapraklarla bezenmiş bir çiçekten ilhamla, hüsnünü kuşanmış sevgilinin endamı, yanağı, ayva tüyleri ve güzelliği kastedilir. Bazen de çarçabuk gelip geçen ömür bahara benzetilir. Edebiyatımızda baharın nasıl işlendiğini görmek ve edebi zevkini geliştirmek isteyenler için kaynaklarımız oldukça zengindir. Bir milletin sanat ve edebiyat zevkine ait eserler, çoktan dönmüş bir devranın tevarüs etmeye bile değer görülmeyen bakiyesi olarak, kütüphanelerde, arşivlerde ya da ruhsuz akademik çalışmaların nesnesimalzemesi olarak bekleye dursun. Onlardan bir nebze haberdar olanların ruhlarına sâri olan huzursuzluk, belki bir gün bütün topluma sirayet eder de, insanlar yitiğinin farkına varırlar, kim bilir Okuyucu, sözün gelişinden, geçmiş edebiyatımızdan kopmakla, o edebiyata ait şekil ve içerik unsurlarını, dil ve mazmunları unutmakla bedbaht olduğumuzu söyleyeceğimi zannedebilir. "Yitikten" kastımın bunlar olduğunu düşünebilir. Ancak bana göre asıl yitik bunlar değildir. Ben daha büyük bir felaketten söz ediyorum. Biz o sanat ve edebiyat zevkini doğuran asıl kaynağı yitirdik; tabiatı ve onunla mütenasip kurulmuş şehirleri... Kadim şehirlerimiz, tabiatla inatlaşan, ona direnen ve onu sınırları dışına tasfiye etme temayülü olan yerler değildi. Bilakis tabiatla imtizaç halinde olan, onu tahrip etmeyip tezyin eden bir değersayımla kurulur ve abat olurdu. İnsan, tabiat ve şehir üçlüsü birbiriyle barışık ve birbirine değer katan unsurlardı. Klasik edebiyatımızda "şehrengizler"4 yazılmış, inci dizer gibi beyitler dizilmiş şehirler işte o şehirlerdi. Ancak o şehirlerde yaşayan şairler, yaşadığı şehre: "Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul "5 diye seslenebilirdi. Cümle kapısından avlusuna girilen mahrem evlerin masalsı bahçelerinde, zamanı idrak eden yürekler ancak, bir imbikten gül yağı damıtır gibi mısralar damıtabilirdi. Zevk ve zarafetle, taşa ruh verilerek yapılmış demeyi kifayetsiz bulurum- işlenmiş kamu yapılarında, taş, ahşap ve kerpicin ayrı ayrı ya da bir birbiriyle ahenge kavuşmuş, gönül alan güzeller gibi sıra sıra dizilmiş mütevazı evlerin sedirlerinde, yaratıldığı toprakla ünsiyetini perçinlemiş bir milletin edipleri ancak "bahariyeler"6 yazabilirdi. Bugün olduğu gibi, toprağın sırtına bir urkambur gibi kurulmamış, onunla muvafık olarak teşekkül etmiş yapıların mütemmim bir cüzü olan bahçelerin, çimenlikler ve ağaçların baharla beraber ihtişamlı bir diriliş şölenini icraya koyulmasına şahit olan şairler : "Her çiçek açmış gözün, dalmış güzellik seyrine Reng ü bû salmış cihana gonce-i hamrâ yine" 7 der ancak. Ama biz, modernleşme sevdasıyla o kadar gözümüzü kararttık ve modernleşmenin doğum yeri olan Batı'yı taklitte o kadar aşırıya gittik ki, şehirlerimizi topraksız hale getirdik. Toprağı beton ve asfaltla kaplamakta cinnet derecesinde bir çaba gösterdik. Sonuç ortada... Toprağa basmadan, ufku seyre koyulmadan, göğe bakmadan, bahar coşkusunu ruhunda yaşamadan yetişen çocukların ülkesi olduk. Şehirden tabiatı kovmuş bir toplum, fıtratından gelen bir tahrik ile zaman zaman tabiata kaçmaksığınmak istiyor. Ancak bunu yaparken de onu tahrip etmekten, kirletmekten ve ona, azgınlaşan hazları için kullanıp atacağı bir yosma muamelesi yapmaktan imtina etmiyor. Kadim şehirlerin dışında kendi tabiiliği içinde serpilen baharın, şehirler de de, billur avizeler altında güzelliğinin gizleri rengârenk ziya ile aydınlanan bir "peri-ruhsar"8 gibi olduğunu; gözlere ve gönüllere bayram ettirdiğini, kaleme söylettirdiklerinden ve zamanımıza dek ulaşabilmiş eserlerinden anlıyoruz. Modern şehirler ise kendi alanında işlediği şenaatle yetinmiyor, sınırlarından taşıyor ve habis bir illet gibi dağlara, ovalara, kırlara, ırmaklara sirayet ediyor. Nitekim modernleşme şehirleri azmanlaştırarak meydana getirdiği anaforda köyleri de yok etmiştir. Artık şehirlerde, tabiatın kendi enstrümanlarıyla işleyen zaman yok olup gitmiştir. Şehrin "sakini" baharı idrak etme talihinden yoksun bir bedbaht durumundadır. O yüzden erdiği her mevsim, onun için, bitmek tükenmek bilmeyen şikâyet ve sızlanma bahanesidir. Kışın soğuktan, baharda polenden, yazın sıcaktan,