Sessiz konuşan şairi uğurlarken

Hem geçmişe, hem geleceğe dengeli bir oranla bakabilenler kuvvetli iman sahip demektir.

Menfî olsun, müspet olsun ekseriyetle bu oran şaşmaz. Şimdiki zamanda dillerde pelesenk olan vefa, dostluk ve ahbaplıklar da bu oranla yaşanır, anlatılır ve hatırlanır...

Mazi kıtasına baktığımız zaman istikbale bugünlerden daha az bakar olduk... Kadim dostlarımız, muhterem ve mübarek akranlarımız bir bir aramızdan berzah âlemine emri Hakk'ın vâkî olması ile geçiyorlar, bizden geçici olarak bir adım önde ayrılıyorlar...

Yetmişli yıllarda tanıştığımız ve birlikte edebiyat sohbetlerine iştirak ettiğimiz, Nur derslerine birlikte katıldığımız ve bugün Rahmet-i Rahmana tevdî ettiğimiz Bilal Mikail Yaprak Ağabeyimiz, dostumuz, kardeşimiz ve meslektaşımız da onlardan birisiydi...

Kalbimizde hususi bir yer etmişti Mikail Bey. Sessiz, az konuşur ama yerinde konuşurdu... O hep "bilmiyorum, bilmem öyle mi Allah Allah" cümleleriyle size muhatap olurdu... Yetmişli yıllarda böyle olan Mikail Bey gele gele iki binli yıllarda da... çoluk çocuğa kavuşmuş, ihtiyarlığını belli etmeyen bir vaziyette, aynı idi... Hiç değişmemiş...

Nurculuğumuzun en genç ve hızlı mükemmel faaliyetleri içerisinde onu devamlı hizmet-i imaniye ve Kur'ân iyenin emrinde, yanında gördük, beraber olduk. Matbuat âleminde kalemini iman hizmetinin gerçekliği ve gerekliliği yolunda kullandı.

Yirmi üç, yirmi dört bin tirajlı Bursa Doğru Hakimiyet Gazetesi'nde çalışırken haftada bir çıkardığım "Edebiyat Sanat Dünyası" tam sayfalarında Mikail Bey'in şiirlerine rubailerine yer verdik. O sıralar Yeni Asya'da da hem yazılarına hem şiirlerine devam ediyordu. Her hâlükârda onun şiirleri, yazıları illâ ki Risale-i Nur'la bağlantılıydı...